Muhteşem Tarih

kıbrıs sorunu

KIBRIS SORUNU



Kıbrıs Tarihi

Kıbrıs’ın bilinen tarihi, Milat'tan önce 15. yüzyıla kadar uzanır. Ada M.Ö. 15'inci yüzyılda, Hitit egemenliğinde bulunuyordu. Hitit egemenliği M.Ö. 1450 yılında Mısır ile yer değiştirdi. Bu tarihten itibaren Kıbrıs'ta M.Ö. 450 yılına kadar Mısırlılar egemen oldular.M.Ö. 1320 yılında Ada bir ara tekrar Hitit egemenliği altına girdi. Daha sonra sırası ile Finike, Asur, tekrar Mısır, Persler, Photomeler, Roma ve Bizans Ada üzerinde egemenlik kurdular.

M.S. 395 yılında Roma'nın doğu ve batı olarak ikiye ayrılmasıyla birlikte Ada'nın Bizans egemenliğine girdiğini görüyoruz. M.S. 638 yılında İslam halifesi Hz. Ebubekir'in Kıbrıs'a çıkmasıyla Ada'nın önemli yerleri Müslümanların eline geçti. M.S. 647'de Halife Hz. Osman zamanında da bütün Ada İslam egemenliği altına girdi. Kıbrıs'taki İslam egemenliği, Ada Bizans İmparatoru Nikepheros Phossas'ın 964 yılında Ada'yı yeniden ele geçirmesiyle sona erdi. 1191 yılında çok kısa bir süre İngiltere kraIı Aslan Yürekli Richard'ın eline geçti. 1192'de yine çok kısa süre, Templer Şövalyeleri Ada'da egemen oldular. 1192-1189 yılları arasında da Lusignanların yönetimi altında kalan Ada,1425 ve 1426 yıllarında Memlüklerin saldırısına uğradı. Kısa bir süre de Ceneviz egemenliğine girdi. Sürekli Memlük saldırıları sonunda yıkılan Lusignanların yerine Venedikliler geçti.

 

Kıbrıs'ta Osmanlı Yönetimi

15. Yüzyılın sonlarında doğu Akdeniz'e egemen olan Osmanlı İmparatorluğu, siyasi, stratejik, ekonomik ve dini nedenlerin etkisiyle Kıbrıs'ı ele geçirdi. Kıbrıs'ta üslenen Venedik korsanlarının Türk deniz ticaretine verdikleri büyük zararlar da Kıbrıs'ın ele geçirilmesinde başlıca etkenlerden biri oldu.
1 Temmuz 1570 tarihinde, 50 bin asker ve 80 top taşıyan Osmanlı Filosu, Kıbrıs'a çıkarma yaptı. Kıbrıs çetin savaşlardan sonra ancak bir yılda alınabildi. Kıbrıs'ın en kuvvetli kalesi olan Magosa'nın 1 Agustos 1571'de teslim olmasıyla bütün Ada Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmiş oldu.

Kıbrıs 1571 yılından 1878 yılına kadar tam 308 yıl Osmanlı egemenliğinde kaldı.

 

Kıbrıs Türklerinin Kökeni

Kıbrıs Türklerinin kökeni Anadolu'daki Türk Halkıdır. Kıbrıs'ın fethinden sonra adanın gelişmesi için üretici nüfusa ve sanatkara gereksinim olduğunu gören Padişah II. Selim, adada kalan 20 bin civarında askerin yanı sıra 10 bin civarında sanatkar ailenin de Kıbrıs'a gönderilmesini kararlaştırır.Bu amaçla çıkarılan bir "Sürgün Hükmü”ne göre Anadolu, Karaman, Rum ve Dulkadir Kadıları şehir ve kasabalarda oturan zanaat ve meslek sahipleri arasında seçme yaparak, her on haneden bir hanede yaşayan aileleri Kıbrıs'a gönderdiler. Bu meslek sahipleri içinde ayakkabıcılar, terziler, dokumacılar aşçılar, mumcular, semerciler, nalbantlar, bakkallar, demirciler, dericiler, taşcılar, kuyumcular, yapıcılar, kalaycılar ve kazancılar başı çekmekteydi. Adaya gelen bu Türkler kısa sürede ekonomik yaşama büyük bir canlılık getirdi.

Yunanistan ise daha Osmanlı egemenliği altında olması nedeni ile Rumları kışkırtacak durumda değildi. Megali İdea fikri ortaya atılana kadar, iki halk Osmanlıların adil yönetimi altında barış içinde bir arada yaşadı. Denebilir ki adadaki iki halkın barış içinde bir arada yaşadığı tek dönem fiilen Osmanlı İdaresi altında yaşanan bu 307 yıllık dönemdir. Bu dönemde yerel halkın büyük bölümünün mensup olduğu Ortodoks dinine ait ibadet yerleri yeniden açılmış, Hıristiyanlar tam bir ibadet özgürlüğüne kavuşmuştur.

 

Kıbrıs'ın İngilizlerin Eline Geçmesi

1878'de Osmanlı-Rus savaşını fırsat bilen İngiltere, "Ruslara karşı yardım" vaadi ile, Kıbrıs'ı yılda 92000 altına kiralamayı başardı. Fakat, bu kiralama geçici idi. Tehlike geçtikten sonra ada yeniden geri verilecekti. Yani Kıbrıs İmparatorluğun bir parçasıydı. Padişah kira anlaşmasına (Ayestafanos-Yeşilköy) imza atmadan önce (Hukuku Şâhaneme asla halel gelmemek üzere muahedenameyi tasdik ederim) notunu düşmüş ve sonra imzalamıştı.

Fakat, İngiltere adaya yerleştiği günden itibaren Kıbrıs'ı nasıl ilhak edeceğinin hesabını yapmıştı. Nitekim, Osmanlı İmparatorluğunun Almanya yanında 1. Dünya savaşına katılması ile böyle bir fırsatı bulmuş ve yayınladığı bir emirname ile Kıbrıs'ı ilhak ettiğini duyurarak, her yıl ödemesi gereken 92 bin altını da ödemeyi durdurmuştu. Sonunda 20 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması’nın 20. maddesi ile Ada hukuken de İngiltere'ye bırakıldı.

İngiliz yönetiminin ilk yıllardan itibaren Rumlar Enosis (Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı) taleplerini tırmandırmaya başlamışlardır.

Enosis

Enosis, Megali İdea hedefi çerçevesinde Kıbrıs'ın Yunanistan'a bağlanmasını, ifade etmektedir. Kelime anlamı ile "ilhak" demek olan Enosis ilk Megali İdea haritasının çizildiği 1791 yılından beri gündemde olan bir konudur. Bir anlamda Kıbrıs sorununun da bu tarihten itibaren varolduğu söylenebilir.

Megali İdea ise, kelime anlamı ile "Büyük İdeal, büyük fikir" demektir. Bu fikre ve ilkeye göre, 1453'de Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilen İstanbul tekrar ele geçirilecek, Yunanistan, Girit, Rodos, Kıbrıs, Anadolu ve Büyük İskender'in uzandığı İskenderiye'ye kadar olan topraklar işgal edilerek, bir Helen İmparatorluğu olarak kabul edilen büyük Bizans İmparatorluğu kurulacaktır. Bu imparatorluğun başkenti ise eski Bizans'ta olduğu gibi hala "Konstantinopolis" diye andıkları İstanbul olacaktır.

 

Yunanistan'ın Kıbrıs'ı talep etmesi 30 Aralık 1918 yılında gerçekleşti. 18 Ekim 1828 tarihinde İngiltere, Rusya ve Fransa'ya bir nota veren Yunanistan, resmen ilk kez Enosis fikrini ortaya atmış ve adanın kendisine bağlanmasını istemiştir. Kıbrıs'ta Yunan kilisesi, Patrikhane ve Yunan Hükümeti tarafından desteklenen Enosis hareketi, yıllar boyunca kilise ve okullarda genç beyinlere aşılanmıştır.

Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumların Yunanistan tarafından körüklenen bu Enosis taleplerine karşı daima haklarını müdafaa etmiştir ve Yunanistan tarafından bir sömürge haline getirilmeyi reddederek, eğer Kıbrıs el değiştirecekse, adanın gerçek sahibi olan Türkiye’ye geri verilmesini talep etmişlerdir. Bu nedenle Rumlar, Kıbrıs Türklerini daima Enosis’i engelleyen en büyük nedenlerden birisi olarak kabul etmiş, çeşitli yollarla bu engeli bertaraf etmeye çalışmışlardır.

E.O.K.A.

EOKA, Kıbrıs'ta Makarios öncülüğünde Türk halkını yok edip, adayı Yunanistan'a bağlamak için kurulmuş olan bir terör örgütüdür.

EOKA için ilk gizli görüşmeler 2 Temmuz 1952'de Atina'da Makarios'un başkanlığında yapılmıştı. EOKA'nın amacı önce İngilizleri adadan atmak,ardından da topyekun bir imha hareketi ile Türk halkını yok ederek adayı Yunanistan'a bağlamaktı. Nitekim kısa süre sonra İngilizlerin adadan ayrılmasını dahi beklemeden, 21 Haziran 1955'den itibaren saldırılarını İngiliz Sömürge Yönetimine ve Türklere de yöneltmeye başladı.

1950’de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi tarafından düzenlenen bir sözde plebisitte Rum toplumunun % 95’i ENOSİS lehine oy kullanılmıştır. Bu arada Enosis Yunanistan’ın resmi politikası haline gelmiştir. Yunanistan, Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler örgütüne 1954’te götürmeyi başarmıştır.Yunanistan’ın, sorunu B.M.’ye getirmekte kullandığı slogan “Self-Determinasyon”dur.

Kıbrıs Türk Halkının ise “self-determinasyon” hakkı hiçe sayılmakta ve bu prensip tek taraflı olarak sadece Kıbrıs Rum halkına ait bir hak olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Halbuki Kıbrıs’ta “Kıbrıs Milleti” diye bir millet yoktur; bunu ilk söyleyen taraf da yine Rumların kendileridir. Kıbrıs’ta iki ayrı din, dil ve kültüre sahip iki ayrı halk vardır. Tezlerinin haklılığını bu inkâr edilemez gerçeğe dayandıran Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs’ta tek taraflı “self-detrminasyon” uygulanamayacağını, gerçek anlamda bir “self-determinasyon” uygulanacaksa, bunu dini dili ve kültürü ayrı iki halkın her ikisine de eşit şekilde uygulanması gerektiğini savunmaktadırlar.

Rum Ortodoks Kilisesi ve EOKA’nın ENOSİS’i gerçekleştirmek için ortaklaşa sürdürdükleri şiddet hareketlerini, Kıbrıs Rum tarafı dünya kamuoyuna “bağımsızlık” için verilen bir “kurtuluş mücadelesi” olarak takdim etmeye çalışmaktadır. Halbuki şiddet eylemlerinin çoğunluğu o günün sömürge idaresi durumunda bulunan İngiltere’den ziyade, Kıbrıs Türklerine karşı yapılmaktaydı.

EOKA’nın fiilî şiddet eylemlerinin başladığı 1955’lere kadar, Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesine sadık kalarak barışçı bir dış siyaset gütmekte olan Türkiye Cumhuriyeti, bu olaylar karşısında hareketsiz kalınamayacağını anladı. 1955’te Londra da toplanan Konferansta Türkiye, Kıbrıs konusunda ilgili bir taraf olduğunu kabul ettirdi.

1956’da Kıbrıs sorunu B.M. önüne getirilmek istendiğinde, Türkiye gerek hükümeti, gerek basını, gerekse kamuoyuyla bir bütün olarak Kıbrıs Türkü’nün yanındadır. Konu bazı devletlerin muhalefetiyle ertelenir. Rumların ENOSİS talebine karşı bir antitez olarak TAKSİM fikri ortaya atılır. Barış ve uzlaşma adına Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği bunu kabul eder, fakat Rumlar Kıbrıs’ı bir Yunan adası görmeye devam etmekte ve ENOSİS üzerinde ısrar etmektedirler.

EOKA’nın Kıbrıs Türk Halkına yönelttiği şiddet ve saldırıların artarak devam etmesi üzerine 1 Nisan 1958 yılında, Kıbrıs Türk Halkı kendilerini bu saldırılara karşı korumak maksadı ile Anavatan Türkiye’nin de desteğini alarak, bir direniş örgütü olan Türk Mukavemet Teşkilatını (TMT) kurmuştur. Rumlar geniş kapsamlı saldırılarına başlayana kadar TMT eylemde bulunmamıştır.

Bu arada Yunanistan tarafından birkaç kez daha Birleşmiş Milletlere götürülen Kıbrıs sorununda “Self-Determinasyon” kisvesi altında hareket eden Rumların gerçek maksatlarının ENOSİS olduğu iyice anlaşılmıştır. Rum tarafının bu şekilde maskesinin düşmesi ve T.C. Hükümetinin de bu konuda iyice ağırlığını koyması üzerine bir uzlaşmaya varılmış ve bunu 1959 Londra ve Zürih Anlaşmaları izlemiştir.

 

Zürih ve Londra Anlaşmaları

Kıbrıs Türk Halkının Enosise karşı verdiği mücadele, 1960 öncesinde adanın Yunanistan'a bağlanamaması ve bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti'nin doğmasını sağlayan en önemli faktör olmuştu.

Rumların Enosis talepleri karşısında Türk halkının her yolla Self-determinasyon hakkına sahip çıkması, tek yanlı bir Enosis gerçekleşmesi olasılığını tümden ortadan kaldırmıştı.

İki halk arasında başlayan çarpışmalar sonucu, Rumların savunduğu Enosis ve Türklerin savunduğu Taksime karşı bir orta yol olarak, adanın bağımsızlığı fikri doğmuştu. Bu fikrin, İngiltere, Yunanistan, Türkiye ve ABD tarafından benimsenmesinden sonra, 11 Şubat 1958'de Zürih anlaşması ve 19 Şubat 1959'da da Londra anlaşması imzalandı.

Bu anlaşmaların altına İngiltere ve iki anavatan yanında, adadaki her iki toplum da eşit statüde iki kurucu ortak olarak imza attı. 1959 Londra ve Zürih Anlaşmalarına uygun olarak hazırlanan Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile buna bağlı Kuruluş, İttifak ve Garanti Anlaşmalarının, 16 Ağustos 1960’da yürürlüğe girmesi ile iki uluslu, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti doğmuş oldu. Bu fonksiyonel federatif bir ortaklık Cumhuriyetiydi. Egemenlik ve bağımsızlık iki ulusal topluma ortaklaşa verilmişti. Anayasadaki esas, bir ulusal toplumun diğerine hükmedemeyeceği idi.

Zürih ve Londra anlaşmalarına göre Cumhurbaşkanı Rum, Yardımcısı Türk olacaktı. Bakanlar Kurulu 7 Rum 3 Türk üyeden; Temsilciler Meclisi 35 Rum 15 Türk üyeden; Cumhuriyet Ordusu 60-40 ve memur kadroları 70-30 oranı ile her iki toplum fertlerinden oluşacaktı. Her iki toplumun kendi iç işlerine bakacak birer Cemaat Meclisi olacaktı. Bu Meclis toplumsal harcamalar için vergi koyma hakkına sahip olacaktı. Ayrıca din, eğitim ve kültür işlerinden de sorumlu olacaktı. İç güvenliği, polis ve jandarma sağlayacaktı. Ceza davalarında mahkeme heyeti suçlunun ait olduğu toplumun yargıçlarından oluşacaktı. Beş büyük şehirde ayrı belediyeler olacaktı. Resmi dil Türkçe ve Rumca olacaktı. Cumhurbaşkanı Muavini veto yetkisine haiz olacak ve önemli konularda Türk üyelerin ayrı oy çoğunluğu gerekli olacaktı. Her iki anavatan kendi toplumlarına eğitim ve kültürel alanlarda mali yardımda bulunabilecekti.

Enosis ve Taksim yasaklanmıştı, fakat Rum liderliği bütün eski EOKA'cıları Cumhuriyetin kilit noktalarına yerleştirmiş ve Anayasada yasaklanmasına karşın Enosis faaliyetlerini bizzat Makarios'un önderliğinde sürdürmüştü.

 

Garanti Anlaşması

Zürih ve Londra anlaşmalarına ek olarak, Kıbrıs, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında imzalanan GARANTİ ANLAŞMASI'nın l. maddesinde, "Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder" denilmektedir. Bu anlaşmanın yürürlükte olması nedeniyle adanın AB'la birleşmesi, mümkün değildir.

İkinci maddede ise şöyle denmektedir: "Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bu anlaşmanın birinci maddesinde gösterilen yükümlülüklerini göz önüne alarak, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve aynı zamanda hareketi ile Türk halkını yok ederek adayı Yunanistan'a bağlamaktı. Nitekim kısa süre sonra İngilizlerin adadan ayrılmasını dahi beklemeden, 21 Haziran 1955'den itibaren saldırılarını İngiliz Sömürge Yönetimine ve Türklere de yöneltmeye başladı.

1950’de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi tarafından düzenlenen bir sözde plebisitte Rum toplumunun %95’i ENOSİS lehine oy kullanılmıştır. Bu arada Enosis Yunanistan’ın resmi politikası haline gelmiştir. Yunanistan, Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler örgütüne 1954’te götürmeyi başarmıştır.Yunanistan’ın, sorunu B.M.’ye getirmekte kullandığı slogan “Self-Determinasyon”dur.

Kıbrıs Türk Halkının ise “self-determinasyon” hakkı hiçe sayılmakta ve bu prensip tek taraflı olarak sadece Kıbrıs Rum halkına ait bir hak olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Halbuki Kıbrıs’ta “Kıbrıs Milleti” diye bir millet yoktur; bunu ilk söyleyen taraf da yine Rumların kendileridir. Kıbrıs’ta iki ayrı din, dil ve kültüre sahip iki ayrı halk vardır. Tezlerinin haklılığını bu inkâr edilemez gerçeğe dayandıran Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs’ta tek taraflı “self-detrminasyon” uygulanamayacağını, gerçek anlamda bir “self-determinasyon” uygulanacaksa, bunu dini dili ve kültürü ayrı iki halkın her ikisine de eşit şekilde uygulanması gerektiğini savunmaktadırlar.

Rum Ortodoks Kilisesi ve EOKA’nın ENOSİS’i gerçekleştirmek için ortaklaşa sürdürdükleri şiddet hareketlerini, Kıbrıs Rum tarafı dünya kamuoyuna “bağımsızlık” için verilen bir “kurtuluş mücadelesi” olarak takdim etmeye çalışmaktadır. Halbuki şiddet eylemlerinin çoğunluğu o günün sömürge idaresi durumunda bulunan İngiltere’den ziyade, Kıbrıs Türklerine karşı yapılmaktaydı.

EOKA’nın fiilî şiddet eylemlerinin başladığı 1955’lere kadar, Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesine sadık kalarak barışçı bir dış siyaset gütmekte olan Türkiye Cumhuriyeti, bu olaylar karşısında hareketsiz kalınamayacağını anladı. 1955’te Londra da toplanan Konferansta Türkiye, Kıbrıs konusunda ilgili bir taraf olduğunu kabul ettirdi.

1956’da Kıbrıs sorunu B.M. önüne getirilmek istendiğinde, Türkiye gerek hükümeti, gerek basını, gerekse kamuoyuyla bir bütün olarak Kıbrıs Türkü’nün yanındadır. Konu bazı devletlerin muhalefetiyle ertelenir. Rumların ENOSİS talebine karşı bir antitez olarak TAKSİM fikri ortaya atılır. Barış ve uzlaşma adına Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği bunu kabul eder, fakat Rumlar Kıbrıs’ı bir Yunan adası görmeye devam etmekte ve ENOSİS üzerinde ısrar etmektedirler.

EOKA’nın Kıbrıs Türk Halkına yönelttiği şiddet ve saldırıların artarak devam etmesi üzerine 1 Nisan 1958 yılında, Kıbrıs Türk Halkı kendilerini bu saldırılara karşı korumak maksadı ile Anavatan Türkiye’nin de desteğini alarak, bir direniş örgütü olan Türk Mukavemet Teşkilatını (TMT) kurmuştur. Rumlar geniş kapsamlı saldırılarına başlayana kadar TMT eylemde bulunmamıştır.

Bu arada Yunanistan tarafından birkaç kez daha Birleşmiş Milletlere götürülen Kıbrıs sorununda “Self-Determinasyon” kisvesi altında hareket eden Rumların gerçek maksatlarının ENOSİS olduğu iyice anlaşılmıştır. Rum tarafının bu şekilde maskesinin düşmesi ve T.C. Hükümetinin de bu konuda iyice ağırlığını koyması üzerine bir uzlaşmaya varılmış ve bunu 1959 Londra ve Zürih Anlaşmaları izlemiştir.

Anayasanın temel maddeleriyle kurulan düzenini tanırlar ve garanti ederler".

4. Maddenin son paragrafı ise şöyledir.

"Ortak veya anlaşarak hareket olası olmadığı taktirde garanti veren her üç devletten her biri, bu anlaşma ile kurulan düzeni tekrar kurmak amacı ile harekete geçmek hakkını saklı tutarlar.” Türkiye, 1974 Barış Harekatını, işte bu anlaşmanın 4. maddesinin kendisine verdiği hakka dayanarak yapmıştır. Bu nedenledir ki, 1974 Barış Harekatı Uluslararası bir anlaşmadan doğan bir hakkın kullanılarak, o anlaşmanın yüklediği vecibelerin yerine getirilmesidir.

 

Akritas Planı

21 Nisan 1966 tarihli PATRİS GAZETESİ'nde yayınlanan bu plana göre Türk halkı ani bir saldırı ile yok edilecek ve ada Yunanistan'a bağlanacaktı. Planın hazırlayıcıları arasında AKRİTAS kod adlı İçişleri Bakanı Yorgacis, Cumhurbaşkanı Makarios, Meclis Başkanı Klerides yanında, 16 Şubat 2003 tarihinde Rum Yönetimi Başkanlığı’na seçilen Tasos Papaduplos gibi isimler de bulunmaktaydı

21 Aralık 1963’te EOKA, Akritas, Planı’nın silahlı eylem safhasını uygulamaya koydu. “Kanlı Noel adı verilen bu haftada Rumlar, yüzlerce Türk’ü öldürdü, binlercesini yaraladı.

Bu gelişmeler ışığında, 27 Aralık 1963’te bir İngiliz komutasında üç garantör ülkenin askerleri “Barışı koruma kuvvet adı altında adada göreve başladı. 30 Aralık 1963’te Rumların saldırılarının durduğu yere, Lefkoşa’nın Türk ve Rum Kesimlerini ayıran Yeşil Hat çizildi. Ocak 1964’te Londra’da, üç garantör ülke ve adadaki toplum liderlerinin katıldığı bir konferans düzenlendi; fakat olumlu bir sonuç alınamadı. 4 Mart 1964 yılında BM Güvenlik Konseyi 186 sayılı kararı ile “Kıbrıs Hükümeti’nden” şiddeti ve kan dökülmesini önleyecek kararlar almasını istedi. Bu kararla birlikte Rum Yönetimi, “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanınmaya başladı. 4 Nisan 1964’te kontrolü sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne” verilen BM Barış Gücü adada göreve başladı. 4 Nisan’da ise Makarios Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran anlaşmaları tek yönlü olarak feshettiğini açıkladı.

Rumların Aralık 1963 saldırıları ve bunu takip eden aylarda Kıbrıs Türklerine karşı sürdürdükleri saldırılar, yüzlerce Türkün öldürülüp yaralanması, 103 köyden 30 bin Türkün göçmen durumuna getirilmesi, Türk ev ve mallarının tahrip ve talan edilmesi ile sonuçlanır. Bu saldırılarla aynı anda Kıbrıs Türkleri devlet mekanizmasının bütün organlarından dışlanırlar ve bu organlar tamamen Rumların tekeli altına alınır.

Makarios’un yeni politikasını oluşturan Kıbrıs Türklerini ekonomik ve sosyal baskılarla çökertme çabaları, BM Genel Sekreteri’nin o zamanki raporlarında da açıklıkla ifade edilmektedir. 10 Eylül 1964 tarih ve s/5950 sayılı raporun 222’nci paragrafında aynen şöyle denilmektedir: “Kıbrıs Türk Toplumuna karşı bazı hallerde tam bir abluka şiddetinde uygulanan ekonomik kısıtlamalar, Kıbrıs Hükümetinin muhtemel bir çözümü empoze etmek için askeri harekat yerine ekonomik baskı kullanmakta olduğunu göstermektedir.”

 

1964-1974 Döneminde Türk Halkı

Kıbrıs Türk halkının 1964 saldırılarından sonra Devletin tüm organlarından dışlanması ve 11 yıl sürecek insanlık dışı bir kuşatma altında yaşamaya zorlanması, olumsuz etkisini her alanda gösterdi.

Göçmen olan 30 binden fazla Türk, çadırlarda, sinema salonlarında okullarda barınmak zorunda kaldı. Türk Halkı üretimden koptu. Adanın % 3'lük bir bölümündeki kuşatma boyunca, dış dünyadan soyutlanan Kıbrıs Türklerinin haberleşmesi, ulaşımı, ekonomik ilişkileri tümü ile yasaklanmıştı.

Adaya BM Güvenlik Konseyi’nin Mart 1964 kararıyla gönderilmiş bulunan BM Barış Gücü, Kıbrıs Türklerine karşı yürütülen bu yoğun ekonomik kısıtlamalar ve aralıksız sürdürülen terör hareketleri karşısında etkisiz kaldı.

Kıbrıs Rumları, uyguladıkları bütün bu ekonomik ablûka ve diğer baskı yöntemleriyle Kıbrıs Türklerinin direnişini kıramayacaklarını anlayınca, 1967’de tekrar saldırıya geçtiler. Bu arada adaya gizli yollardan sokulmuş bulunan ve sayıları 20.000’i bulan Yunan birlikleri de Türk köylerine karşı yapılan bu saldırılarda rol alırdı. Boğaziçi ve Geçitkale köylerine karşı yapılan saldırılarda birçok Türk hayatını kaybetti veya yaralanır. Saldırılar ancak Türkiye’nin kararlı tutumu ve Kıbrıs Türk Halkına karşı yapılan bu soykırımının durdurulmaması halinde Antlaşmalardan kaynaklanan müdahale hakkını kullanacağı ihtarı üzerine son buldu.

1967 saldırıları Rum toplumu arasında Enosis’in artık Türkiye’nin muhalefetine rağmen silâh zoruyla gerçekleştirilemeyeceğini, bunun daha başka yöntemlerle elde edilmesi gerektiği yönündeki inancın güçlenmesine neden olmuştur. Bu, zamanla Başpiskopos Makarios ve Yunanistan’da 1967’de işbaşına gelen Cunta arasında başta gelen ihtilâf konularından birisini oluşturacak ve Cunta’nın 1974’te Makarios’a karşı bir darbe düzenlemesine sebep olacaktı.

 

15 Temmuz 1974 Darbesi

Kıbrıs’ta nihai amaç ENOSİS’ti, ama bunun kimin tarafından ve hangi yoldan gerçekleştirileceği konusunda Makarios’la Cunta birbirlerine düşmüşlerdir. Makaryos’un Cunta lideri General Gizikis’e gönderdiği 2 Temmuz 1974 tarihli meşhur mektubu, bardağı taşıran son damla olmuştur. Yunan Cuntası’nın 15 Temmuz’da başlattığı darbe pek çok Rum ve Yunanlının hayatını kaybetmesine neden oldu. Makarios’u destekleyen AKEL ve EDEK’çiler katledilerek iktidar’a el konuldu ve geçici bir süre için Türk kasabı olarak bilinen Nicos Samson Cumhurbaşkanlığı’na getirildi. Bu arada Makarios Cuntacılardan kurtulup, durumu görüşmek üzere 19 Temmuz 1974’te BM Güvenlik Konseyi’nde konuşma yapmak üzere New York’a gitti. Bu konuşmasında Makarios, EOKA-B’yi terörist örgüt olarak niteleyerek, bunu Yunanistan’ın yönettiğini ve Kıbrıs’ta darbe yaparak adayı işgale yeltendiğini resmen açıkladı.

Binlerce Rum’un kendi ırkdaşları tarafından insafsızca öldürüldüğü ve Kıbrıs Türklerinin de can ve mallarına zarar verildiği darbe, ancak Türkiye’nin 1960 Garanti Antlaşmasından kaynaklanan hak ve görevlerini yerine getirerek gerçekleştirdiği Türk Barış Harekâtı ile bir son bulmuştur. 

 

20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı

Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan koalisyon hükümeti, adadaki Yunan işgalini önlemek amacı ile müdahaleye karar verdikten sonra, diğer bir garantör devlet olan İngiltere ile birlikte müdahale etmek amacıyla görüşme yapmak için, 16 Temmuz 1974’te İngiltere’ye gitti. Yapılan görüşmeler sonucu İngiltere’nin ortak müdahale’ye yanaşmayacağı anlaşıldı. 

Bunun üzerine Türkiye hükümeti 1960 Garanti Antlaşması’ndan kaynaklanan tek yanlı müdahale hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974’te Mutlu Barış Harekatını gerçekleştirdi. Türk Barış Harekâtı, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını engelleyerek adanın bağımsızlığını korumuş, Kıbrıs Türklerini topluca imhadan kurtarmış ve Kıbrıs sorununun gerekçi, hakça ve kalıcı bir çözüme ulaştırılması için gerekli siyasi ve coğrafi zemini oluşturmuştur.

Türkiye’nin 1974 yılında adaya gerçekleştirmiş olduğu  müdahalenin, uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan  yasal bir  zemine dayandığı   ve  “işgal” olarak kesinlikle  tanımlanamayacağı  gerek Avrupa Konseyi’nin  29 Temmuz 1974 tarih ve 573  sayılı kararı, gerekse de  Atina Temyiz  Mahkemesi’nin  21 Mart 1979 tarihinde  aldığı 2658/79 sayılı  kararla tescil  edilmiştir. 

Avrupa Konseyi 573 sayılı kararının 3. maddesinde; 

“... Adada diplomatik  yollardan bir anlaşmaya  varılamamasından dolayı, Türk Hükümeti  1960 Garanti Antlaşması’nın  4. maddesine göre  müdahale hakkını kullandı” denmektedir. 

Atina Temyiz Mahkemesi ise karında; 

“Türkiye’nin  Zürih ve Londra Anlaşması  çerçevesinde  garantör devlet olarak Kıbrıs’a müdahalesi yasaldır. Asıl  sorumlu, haklarında  dava açılan Yunanlı Subaylardır” demektedir.

 

Kıbrıs Türk Federe Devleti

Rum-Yunan darbesi ve bunun sebebiyet verdiği olayları izleyen aylarda Cenevre Konferansı yapılmış ve bu Konferans’ta Kıbrıs’ta fiilen iki ayrı özerk idarenin bulunduğunu üç Garantör ülke olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından kabul edilmiştir. Ancak 1974’te kurulan ve Cenevre Deklarasyonu’nda varlığı te'yid edilen Otonon Kıbrıs Türk Yönetimi, Rumlarca 11 yıl devletsiz bırakılan Kıbrıs Türklerinin ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli değildi. Yeni doğan özgürlük ortamında Kıbrıs Türkleri’nin politik, ekonomik, sosyal ve idari ihtiyaçlarını karşılamak ve Kıbrıs’ta ileride kurulacak iki kesimli federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti’ne zemin hazırlamak için Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti olarak yeniden düzenledi.

1975’te kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti, 1963’te Kıbrıs Türklerinin idare dışına atılmaları ile başlayan ve önce “Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi” şeklinde gelişen bir sürecin sonunda ortaya çıkmıştır.

Nüfus Mübadelesi

Hiç şüphesiz 20 Temmuz Barış Harekatının en önemli sonuçlarından biri nüfus mübadelesidir. Nüfus aktarması ile her iki taraftaki esirler, yaralılar ve sivil halkın istedikleri bölgeye geçmesi sağlanmış ve iki toplumlu, iki kesimli federal bir Cumhuriyetin temelleri oluşturulmuştur. Dolayısı ile ne Kıbrıs sorunu, ne göçmen sorunu, ne de kayıplar sorunu 1974'de doğmamıştır. Bu sorunlar 1955'lerden beri Rum tarafının Türk Toplumuna saldırması ile, daha o zamandan doğmuştur. Ve başta gelen sorumlu da Rum liderliğidir.

KTFD’nin ilânını izleyen yıllarda bütün Rum tahrikleri ve uluslararası sahada Kıbrıs Türklerine karşı uyguladıkları politik ve ekonomik ambargolara rağmen toplumlararası görüşmeler sürdürülmüştür. Bu görüşmelerin Viyana’da yapılan 30 Temmuz-2 Ağustos 1975 tarihleri arasında üçüncü turunda Nüfus Mübadelesi Anlaşmasına varılmış ve bu Anlaşmanın Eylül ayı içerisinde BM gözetiminde fiilen uygulanmasıyla Güney’de kalmış 8.000 kadar Türk kendi arzularıyla Kuzey’e geçmiş, Kuzey’de kalmış Rumların birçoğu da kendi arzularıyla Güney’e gönderilmişlerdir. 1974 olayları ve sonrasında Güney’den Kuzey’e geçmiş Kıbrıslı Türklerin toplam sayısı 65,000 civarındadır.

 

1977-1979 Doruk Anlaşmaları

1975 yılında Viyana'da 6 tur görüşme yapılmış ve bu görüşmelerde soruna federal bir çözüm bulunması konusu ele alınmıştı.

6. turdan sonra görüşmelerin çıkmaza girmesinden 1.5 yıl kadar sonra, kilitlenmeyi çözmeyi amaçlayan Cumhurbaşkanı Denktaş, BM Genel Sekreteri Waldheim'a Makarios'la buluşma önerisi yapmıştır. Cumhurbaşkanı Denktaş'ın bu önerisi epeyi zorlanmadan sonra, Rum toplumu lideri Makarios tarafından kabul edilmiş, görüşme, 12 Şubat 1977 tarihinde yapılmıştır.

BM Genel Sekreterinin gözetiminde yapılan görüşmelerde 4 maddelik bir ilke anlaşması imzalanmıştır.

1. Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız, bağlantısız ve iki toplumlu olmalıdır.

2. Her toplumun yönetimi altındaki topraklar, ekonomik ve toprak verimliliği ile toprak mülkiyeti esasları ışığında görüşülmelidir.

3. Dolaşma, yerleşme özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi prensip meseleleri müzakereye açıktır. Bunların görüşülmesinde iki toplumlu federal sistem ve Türk Toplumu yönünden doğabilecek güçlükler de dikkate alınacaktır.

4. Federal hükümetin görev ve yetkileri, devletin birliği ve devletin iki toplumlu mahiyetini koruyacak şekilde olacaktır.

Makarios'un ölümünden sonra, yine Denktaş'ın önerisi ile yeni bir doruk anlaşması gerçekleşmiştir. Rum Toplumu Lideri Kiprianu ile Cumhurbaşkanı Denktaş arasında imzalanan 19 Mayıs 1979 tarihli 10 maddelik anlaşma da şöyledir:

1. Toplumlararası görüşmeler 15 Haziran 1979'da yeniden başlayacaktır.

2. Görüşmelerin temeli Denktaş-Makarios anlaşması ve BM'in Kıbrıs'la ilgili kararları olacaktır.

3. Cumhuriyetin tüm yurttaşlarının insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı gösterilmelidir.

4. Görüşmeler tüm toprak ve anayasa konularını kapsayacaktır.

5. Maraş'la ilgili bir anlaşmaya varılması halinde, diğer yörelerle ilgili anlaşma beklenmeden Maraş açılacaktır.

6. Görüşmelerin sonucunu olumsuz şekilde etkileyecek hareketlerden kaçınılması ve iyi niyet, karşılıklı güven ve olağan koşullara dönüşü kolaylaştırabilecek pratik önlemler alınmalıdır.

7. Kıbrıs Cumhuriyeti askerden arındırılacaktır.

8. Cumhuriyetin bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve bağlantısızlığı, bir başka ülke ile kısmen veya bütün olarak birleşmesi veya taksim ve ayrılmanın herhangi bir şekline karşı gereken garantiler olacaktır.

9. Görüşmeler gecikmelerden kaçınılarak sürekli ve temelli bir şekilde sürdürülecektir.

10. Toplumlararası görüşmeler Lefkoşa'da yapılacaktır.

Bu anlaşmadan sonra başlayan toplumlararası görüşmeler, Rumların BM Genel Kuruluna başvurdukları Mayıs 1983 yılına kadar kesintilerle devam etmiştir.

Mayıs 1983'de Rum liderliğinin konuyu tek yanlı olarak BM Genel Kurulu'na götürmesi ve Türk tarafı gıyabında haksız bir karar çıkartması, Kıbrıs Türk halkının 15 Kasım 1983'de kendi bağımsız devletini ilan etmesiyle yanıtlanmıştır.

 

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin İlanı

Kıbrıs Rumlarının, "Kıbrıs Hükümeti" olarak tüm dünyada tanınmalarının rahatlığı içinde hiçbir anlaşmaya yanaşmamaları ve Kıbrıs Türklerini her gün biraz daha fazla köşeye sıkıştırmak yönünde çabalarını yoğunlaştırmaları karşısında,

Self-determinasyon hakkını kullanan Kıbrıs Türk Halkı, 15 Kasım 1983'de Federe Meclis'in oybirliği ile aldığı bir kararla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ilan ettiğini dünyaya duyurdu.

KKTC sadece Kıbrıs Rumlarının 20 yıldır yaptıklarına bir tepki olarak ortaya çıkmış bir Devlet değildir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yıllarca varlığı, özgürlüğü ve insan hakları için mücadele vermiş bir halkın, vazgeçilmez bir hak olan kendi kaderini tayin hakkını kullanarak kurmuş olduğu bir devlettir.

 

BM Güvenlik Konseyi'nin 649. 716. 750. Sayılı Kararları 

Yine 26 Şubat 1990’da BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar gözetiminde yapılacak zirveye katılmak üzere New York’a giden Cumhurbaşkanı Denktaş, beraberinde 27 sayfalık Türk önerileri götürdü. Türk halkının eşitliğini self determinasyon hakkını, egemenliğini, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisini ve Kıbrıs Türklerinin ayrı bir halk olduğunu vurgulayan belgeyi Vassiliu reddetti. Böylece görüşmeler tekrar çıkmaza girdi.

Bunun üzerine BM Güvenlik Konseyi 12 Mart 1990’da 649 sayılı, 11 Ekim 1991’de 716 ve 10 nisan 1992’de 750 sayılı kararları aldı. Bu kararların ortak noktası; Kıbrıs sorununun çözümünün bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü güvence altına alınmış, tek egemenliği bulunan, tek vatandaşlılık temellerine dayalı, siyasi olarak eşit, iki toplumlu, iki kesimli bir federasyon öngörmesiydi.

Diğer taraftan New York’ta süren görüşmelerin Kıbrıs Türk halkının meşru haklarını yok eden, egemenlik hakkını tanımayan bir çerçeveye oturtulmak istenmesi üzerine KKTC Meclisi 17 Eylül 1991 tarihli kararı aldı. Kararda, Kıbrıs Türk halkının gerilemeyeceği ana noktaları olan, iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı ve Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi olan bir çözümden başka birşey kabul edilemeyeceği yineleniyordu.

 

Ghali Haritası (non-paper) ve Çözüm Planı (Set of Ideas) (1992)

Görüşmeler 1992 yılında tekrar başladı ve I. turu 18 Haziran 1992’de New York’ta yapıldı. Zamanın Genel Sekreteri Butros Ghali taraflara kendi adıyla anılan bir harita ve çözüm planı (Fikirler Dizisi) sundu. Kıbrıs Türk tarafı haritaya ‘harita olmayan harita’ yani (non-paper) adını verdi. Çünkü bu haritaya göre Türk tarafına %28.2 oranında toprak bırakılıyor, 37 Türk köyünün Rumlara verilmesi isteniyor (Güzelyurt dahil) Karpaz’da bir Rum kanton bölgesi oluşturulması ve Rum göçmenlerin kuzeye dönmesi öngörülüyordu. Türk tarafı bunu reddetti. 29+ ve Güzelyurt’un kalmasında ısrar etti.

100 maddelik Fikirler Dizisi’nin 91’ini Türk tarafı kabul ettiğini açıklarken, Rum tarafı reddetti. Fikirler Dizisi’nin önemi AB konusunun ancak bir çözümden sonra gündeme gelebileceği, bu konunun iki halkın ayrı referandumuna sunulacağı, eşitlik ilkelerine dayalı, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin olduğu federal bir çözüm önermesi ve merkezi devletin zayıf olması idi.

Annan Planı

Bu gelişmeler ışığında, 12 Kasım 2002 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın, “Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin görüşleri” olarak tanımlanan çözüm planı Cumhurbaşkanı Denktaş ve Rum Yönetimi Başkanı Glafkos Klerides’e aynı anda sunuldu. Cumhurbaşkanı Denktaş Annan’ın, Türk ve Rum taraflarına sunduğu kapsamlı çözüm önerileri ile ilgili yaptığı açıklamada, planı tüm yönleri ile dikkatlice inceleyeceklerini, yapıcı bir anlayışla değerlendireceklerini ve hükümet, meclis ve Türkiye ile değerlendirme ve istişareden sonra, halkın görüş ve düşüncelerine başvuracağını belirtti. Cumhurbaşkanı ayrıca her iki lidere serbestçe müzakere için imkan ve zaman verilmesi gerektiğini vurguladı.

Cumhurbaşkanı, planın içerisinde değişmesi gereken, kabul edilemez olan ve zaman içerisinde Kıbrıslı Türkleri bir azınlık durumuna düşürecek çok şey olduğunun takvimleme yapılmasının ve tarih sınırlaması getirilmesinin empoze anlamına geldiğini belirtti. Kıbrıs Türk tarafı, planın zemin olarak kabul edilebilmesi için yapılması gereken değişiklikleri ise görüşebileceğini açıkladı.

Türk  tarafınca yapılan değerlendirmede, BM planının genel olarak Kıbrıs gerçeklerine uymayan, bugüne kadar Kıbrıs Türk tarafının savunduğu ve ortaya koyduğu, egemenliğinin tanınması ve kayda geçirilmesi, iki kurucu devletin siyasi eşitliğinin her düzeyde tescil edilmesi, iki kesimliliğin değiştirilmeden devamının sağlanması, mal-mülk konularının tazminatlar yoluyla halledilmesi, 1960 Antlaşmalarından kaynaklanan Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin sulandırılmadan devamı gibi gerçekçi önerilerden uzak olduğu tespiti yapılmıştır.. Plan özellikle toprak, harita, mal mülk ve yeniden göçe zorlanan Kıbrıslı Türklerin sayısı ve kuzeye gelecek Rumlar ve onlara verilecek siyasi haklar konularında kabul edilmesi çok sakıncalı ve mümkün olmayan hükümler içermektedir.

Plan’ın anayasal değişiklik izlenimi veren bir yaklaşımla Rum tarafının AB’ye girişini garanti altına almak isteyen ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki dengeyi bozmaya yönelik bir yaklaşım sergilediği saptanmıştır.

BM Genel Sekreteri, planın iki tarafça da ilk değerlendirmelerinin ardından, taraflara birer mektup göndererek, belgede uygun bulmayıp, değiştirmek istedikleri noktaları kendisine 30 Kasım’a kadar bildirmeleri konusunda bir davet yaptı. İki taraf değişiklik yapılmasını istedikleri konuları içeren mektuplarını BM Genel Sekreteri’ne gönderdiler. 10 Aralık’ta, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alvaro De Soto, Annan Planı’nı iki tarafın itirazlarını dikkate alarak revize edilmiş şekliyle taraflara sundu. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, planın revize edilmiş haliyle iyileştirilmiş kısımlarının bulunduğunu ancak temelinde Kıbrıs Türkü’nün egemenlik sorunu, devlet sorunu, Rumların Kıbrıs Türkü’nün içine gelip yerleşme sorunu, gibi konular bulunduğuna, toprak, harita meselesi bulunduğuna ve bu konuların Rumlarla bir araya gelerek müzakere yapılması gerektiğini, belgenin imzalanma aşamasına gelmediğini söyledi.

AB ise Kıbrıs konusundaki yanlı tutumunu 12 Aralık Kopenhag Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Yönetimi’ni “Kıbrıs” adı altında AB’ye üye alarak katma konusunda almış olduğu kararla bir kez daha gözler önüne serdi ve 16 Nisan’a kadar bir anlaşmaya varılamaması durumunda, GKRY’nin AB üyeliğinin onaylanacağını bildirdi.

Bu gelişmeler karşısında, taraflarla istişarelerde bulunmak amacı ile, BM Genel Sekreteri Kofi Annan 24 Şubat 2003 tarihinde, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’ı kapsayan bölge turunun ilk durağı olan Ankara’ya, ardından da Atina’ya gitti.

26 Şubat’ta adaya gelen Genel Sekreter taraflarla ayrı ayrı görüşerek, üçüncü çözüm planını sundu. Annan adadan ayrılışında basına yaptığı açıklamada, iki liderle yapmış olduğu görüşmelerde ortaya koyduğu değişiklikler ve çözüm planı ile ilgili değerlendirmeler yaptığını ve taraflardan planda öngörülen 30 Mart tarihinde referanduma gidip gitmeyecekleri konusunda taahhüt istediğini, liderleri cevaplarını vermek üzere 10 Mart’ta Lahey’e davet ettiğini söyledi.

 

Lahey Görüşmeleri

Cumhurbaşkanı Denktaş ve KKTC heyeti ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Tasos Papadopulos ve heyeti, 10 Mart 2003’te, BM Genel Sekreteri’ne, yanıtlarını vermek üzere Lahey’e gitti. Görüşmelere garantör ülke sıfatıyla Türkiye, Yunanistan ve İngiltere heyetleri de katıldı. Heyetlerle, önce ayrı ayrı görüşen Genel Sekreter daha sonra tarafları ortak bir toplantıda bir araya getirdi.

BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın ev sahipliğinde, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve Kıbrıs Rum Kesimi Lideri Tasos Papadopulos’un katılımıyla Lahey’de yapılan “maraton görüşmelerden” bir sonuç çıkmadı. 19 saatlik görüşmenin ardından basına açıklama yapan BM Genel Sekreteri, “Artık yolun sonuna geldik ne yazık ki görüşmelerin başarıyla noktalandığını söyleyemeyeceğim” dedi. Genel Sekreter, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın ülkesinin tanınması konusundaki ısrarını ve Yunan tarafının 29 yıl önce adanın kuzeyinden ayrılan Rumlara tüm haklarının verilmesi isteğini vurguladı.

Ardından KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş bir basın toplantısı düzenledi. Cumhurbaşkanı Denktaş, “Genel Sekreter planı bu haliyle kabul edemeyeceğimizi biliyordu. Çekincelerimizi hem sözlü, hem yazılı olarak bildirdik. Papadopulos’la iki kez görüştük. O da geniş ve önemli değişiklikler istiyor, garantörlerle ilgili kısma itiraz etti. Çıkarken ‘Denktaş reddetti’ demiş. Bu doğru değil, her iki tarafın da itirazları vardı” dedi.

Cumhurbaşkanı Denktaş, görüşmelerin sonucunun bu şekilde  oluşmasında Rum kesiminin zorlamalarının etkili olduğunu söyledi. Rum tarafının, plan üzerinde genel değişiklikler istediğini, ayrıca garantör ülkelerin bunu güvence altına almasını şart koştuğunu belirten Cumhurbaşkanı, bunun mümkün olamayacağını dile getirdi. Rum Yönetimi Lideri Tasos Papadopulos’un, bu güvenceyi alamayınca referandum önerisini reddettiğini anlatan Denktaş, Türk tarafının görüşmelerin olumlu sonuçlanması için elinden gelen çabayı gösterdiğini belirtti.

Cumhurbaşkanı Denktaş, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın çağrısı üzerine 10-11 Mart’ta Lahey’de gerçekleşen görüşmelerin anlaşmazlıkla sonuçlanmasının ardından Annan planının geçerliliğini yitirdiğini bildirdi.

Kaynak : KKTC Tanıtma Dairesi

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol