ahilik
ÂHİLİK
Yrd. Doç. Dr. Yasar Kaya
Ahilik felsefesi, temelleri 12. yüzyılda Kırşehir’de atılmış, daha sonra tüm Anadolu’ya yayılmış, izleri bugüne kadar süregelmiş kültürel, sosyal ve ekonomik bir oluşumdur. Ahilik kurumu mistik bir yol, bir tarikat olmaktan ziyade sosyal ve ekonomik yönden işleyen ve siyasal, askeri ve kültürel yönleri de bulunan bir dünya düzenidir.
Ahilik, aynı zamanda sosyal hayat kadar ekonomik hayatı da yönlendiren günümüzde hala geçerliliğini koruyan, bugünün şartlarında bile bir çok ülkede sağlanamamış adaletli, verimli ve son derece güzel bir sistemi Türk toplumuna kazandırmış bir KÜLTÜR' dür.
A - Tarihte Fütüvvet ve Ahilik İlişkisi*1
Ahilik, 13-19. yüzyıllar arasında Anadolu’da yasayan halkın sanat ve meslek alanında yetişmelerini sağlayan, onları ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenmedir. İyi ahlakin, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzen olan Ahilik,
- Ahlak
- Eğitim - Bilim
- Teşkilatlanma
- Kalite - Standart
- Üretici - Tüketici ilişkisi
- Denetim vb. konularda yaşadığı dönemin toplumsal yapısını düzenlemiş bir sistemdir.
Esnaf ve sanatkar camiasının tarihine baktığımız zaman “Ahilik” ile Fütüvvet”in önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Çünkü bu iki kurum ve düzen çok uzun yıllar Osmanlı toplumunun belirleyici öğeleri olmuşlardır.
Konu üzerinde araştırma yapmış olan batili organizatörler Ahiliğin kökenlerini, Doğuda özellikle Araplar arasında gelişmiş olan Fütüvvet Teşkilatına dayarlar. Ancak yine de Ahiliğin Fütüvvet ten bir hayli değişik, Anadolu Türklerine özgü bir kurum olduğunda birleşirler.
Eldeki kaynaklardan edinilen bilgilere göre Anadolu’daki Ahilik doğudaki fütüvvetçiliğe benzer bir kurum olarak görülmektedir. Bir başka deyişle, fütüvvetçilik Anadolu’da birtakım değişikliklere uğramış, yeni bir takım nitelikler kazanmış ve Ahilik olarak anılmaya başlanmıştır. Kaynaklarda değişik yorumlara rastlanmakla beraber Ahiliğin fütüvvetçilikten etkilendiği, bazı temel kurallarını fütüvvetçilikten aldığı konusunda hemen herkes hemfikirdir.
Ahiliğin tarihine söyle bir baktığımızda fütüvvetçilikle yan yana anıldığı ya da bu iki kavramın çoğu kez birbirleriyle açıklandığını görürüz. Bu sebeple fütüvvetçiliğe çok özet olarak değinmekte yarar vardir.
Fütüvvetçilik daha çok kişisel meziyetlere ve askeri niteliklere önem vermiştir. Fütüvvet eli açıklık, yiğitlik, gözü peklik, yardımseverlik yani olgun kişilik olarak tanımlanır. Kuran-i Kerim’de İbrahim Peygamberden, Tanrının birliğine inanan, putları kiran ve azgın Nemrud’a karşı çıkan bir “feta” olarak bahsedilir. Burada övgüye değer olan onun yiğitliği, mertliğidir.
Fütüvvetçiliğin ortaya çıkış biçimiyle daha sonra aldığı sekil arasında büyük bir tezat vardır. Tarihsel olarak bu gelişme su şekilde cereyan etmiştir: Abbasiler soyu iktidara geçtiğinde, güçlü askeri birlikleri olmasına karşın, bir tepki olarak, halk arasında bazı kuruluşlar ortaya çıkmıştır. Bu kuruluşlar örgütlenmişler, kanun tanımayan haydutlar olarak isimlendirilmişlerdir. Bunlardan, özellikle Ayyarlar, devlet gücünün azaldığı zamanlarda ortaya çıkmış, silahsız, yalnız tas ve sopalarla saldırılar düzenlemişlerdir. Bununla beraber, bu kuruluşların, zaman zaman, halifelerin,askeri valilerin ve güvenlik kuvvetleri başkanlarının hizmetlerine girdikleri görülmüştür. Bu kanun dişi örgütler, 10. yüzyildan12. yüzyıla kadar çıkardıkları karışıklıklarda büyük başarılar elde etmişlerdir.
Ancak, güçlü hükümdarlar ve üç büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey, Alpaslan ve Melik,şah zamanlarında hemen hemen hiçbir faaliyette bulunamamışlardır.
İşsiz ve güçsüz kişilerden oluşan bir topluluk mensupları, devlet hizmetinde, özellikle güvenlik teşkilâtında görev almak istemişlerdir. Özellikle, asker ve güvenlik güçlerinin yetersiz olduğu yer ve zamanlarda, onların hizmetlerinden yararlan ilmiştir.
Bunun sonucu olarak, söz konusu kişiler ahlaki bir disiplin altına girmişlerdir. Önceleri fütüvvetçi kuralları olarak bilinen yiğitlik ve eli açıklık faziletleri, zamanla, fütüvvetçi kuruluşların ortak nitelikleri olmaya başlamıştır. Bu tür kuruluşları birleştiren fütüvvetçilik, zamanla bir meslek ve sanata bağlı bulunması gerekli olmayan, içlerinde tasavvuf erbainin ve öteki tarikat birliklerinin de yer aldığı belirli zamanlarda ve belli amaçlar için bir araya toplanabilen bir teşkilat haline gelmiştir. Üyelerin öğrenmeleri ve uymaları gereken kurallar, fütüvvetname denen, tüzük niteliğindeki kitaplarda toplanmıştır.
Bu eserler, 12. yüzyıldan sonra, esnaf ve sanatkarlara belirli ahlak kuralları ve mesleki bilgiler vermek için kullanılacak tüzükler haline getirilmiştir. Bu nedenle, Osmanlı esnafının bağlı olduğu prensiplerin esasini fütüvvet teşkilâtında aramak gerekmektedir. Ahi töre ve törenleri ile örgüte giriş kurallarını kapsayan Ahi yönetmeliği niteliğindeki eserlere fütüvvetname adi verilmiştir. Anadolu’da Ahilik adi ile bilinen teşkilat, önceleri fütüvvetçilik örgütü halinde faaliyet göstermiştir. Ahiliğin temeli olan fütüvvetçilik, 10. yüzyıldan başlayarak, örgütlenmeye başlamıştır. Daha önce belirtildiği gibi, fütüvvet Arapça bir kelimedir ve tasavvufa dayanmaktadır. Fütüvvetin asli, kişinin, başkasının isinde olması ve onların işini güdüp gözetmesidir.
Bilindiği gibi, islamin ilk fütüvvet örgütleri, Ahilerden farklı olarak, bir meslek örgütü değildir. İçlerinde birçok zenaatçı bulunsa bile, birlikte yiyip içmek, eğlenmek, dans etmek, spor yapmak amacı güden gençlik örgütleridir. Örgüt üyelerinin meslekleri ile ilgilenilmez. Mesleki örgütlenme varsa bile, çok gevşektir.
Anadolu’nun Türklerin ikinci anayurdu haline gelişi 11. yüzyılın ikinci yarısı başlarındadır. Asya’dan göç eden sanatkar ve tüccar Türklerin yerli tüccar ve sanatkarlar karşısında tutunabilmeleri ve yasayabilmeleri, aralarında bir örgüt kurmalarını gerektirmiştir. Ayrıca Türkler bu örgüt yardımıyla, sağlam, dayanıklı ve standart mal yapabileceklerini düşünmüşlerdi. İşte bu zorunluluk, dini ahlaki kuralları fütüvvetnamelerde zaten mevcut olan esnaf ve sanatkarlar dayanışma ve kontrol örgütünün, yani Ahiliğin kurulması sonucunu doğurmuştur. Öte yandan, deri isçilerinin ve Ahiliğin piri olan Ahi Evran’in Anadolu’ya gelişi de bu tarihlere rastlamaktadır.
Ahi kelimesi de Arapça’dır ve “kardeşim” demektir. Ancak bazı yazarlar Ahi sözcüğünün Türkçe’de cömert, eli açık, yiğit anlamına gelen “akı” sözcüğünden geldiğini ileri sürmektedirler. Anadolu’da Türk kurum ve terimlerinin fazlalaştığı bir dönemde “akı”nin Arapça “kardeşim” anlamına gelen “ahi”ye dönüştürüldüğü düşünülmektedir. Terim olarak Ahilik, Anadolu’da 13. yüzyılda kurulu, belli kurallarla işlemiş esnaf ve sanatkarlar birliğini ifade etmektedir. ahlakla sanatın uyumlu birleşiminden oluşan ahilik, örgüt olarak Anadolu’da 13. yüzyılda Ahi Evran tarafından kurulmuştur.
B. Ahi Evran
Ahi Evran’in hayati ve kişiliği üzerinde araştırmacıların farklı görüşleri vardır. Ahi Evran’ın deri işçiliği ve teşkilâtında çok başarılı bir kişi olduğu, belgelerden anlaşılmaktadır. Ahi Evran, yüzyıllardır savaşçılık ve dini, ahlaki bilgiler vermekte büyük ve önemli görevler yerine getirmiş olan fütüvvet teşkilâtından ve fütüvvet namelerden yararlanarak, ahi teşkilatını kurmuştur. Ahi Evran ahlakla sanatın ahenkli birleşimi olan ahiliği çok itibarlı bir duruma getirmiştir. Böylece, ahilik yüzyıllarca bütün esnaf ve sanatkarlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiş, yeniçeri teşkilatının kuruluşunda, önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi şeref saymışlardır.
Osmanlı İmparatoru Orhan Gazi, bir Ahidir ve Ahilerin adları yanında kullandıkları lakaplardan biri olan “ihtiyarüd-din” lakabını kullanmıştır. Ayni şekilde Sultan I.Murat’ın da Ahi olduğu ifade edilmektedir. Ahi Evran, halkın ekonomik durumunu iyileştirmek, meslek sahibi olmasını ve din sömürüsünden kurtarmak için çalışmıştır. İşe ayakkabıcı ve saraç esnafını teşkilatlandırmakla başlamıştır. Kısa zamanda üstün becerisi, ahlaki sağlamlığı ve hakseverliği ile büyük bir ün ve saygı toplamıştır. Kurduğu teşkilâtın başkanı, Ahi Babası olmuştur.
C.Ahiliğin Osmanli Esnaf ve Sanatkar Faaliyetlerini Düzenlemesi*2
Ahiliğin temelleri, o kadar sağlam atilmiş, kurallari zamaninin ve toplumun gereklerine ve gerçeklerine o kadar uydurulmuştur ki, bu sonradan, şehir ve kasabalarin belediye hizmetleri ve bu hizmetlerin denetimi için örnek alinmiş narh ve nizamnameler ya da kanunnameler seklinde resmileştirilmiştir.
Osmanlilarda standardlara uymayarak, düşük kaliteli mal ve hizmet üreten esnafa çeşitli cezalar verilmiştir. Bu dönemde günümüzde bile tam olarak uygulanamayan kalite, standard, üretici-tüketici ilişkileri çok kesin kurallarla belirlenmiştir.
D- Osmanlı Esnaf ve Sanatkarlar Kurulusunun Gedikler Haline Dönüşü*3
Ahilik, Türke özgü milli bir kuruluş olarak ortaya çikmis, tüketicilerin korunması dahil, Türklerin Anadolu’da kök salmasi ve tutunmasinda önemli bir rol oynamiştir. Ahiler Birliğinin Müslümanlara özgü yapisi 17. yüzyıla kadar sürmüştür. Osmanlı Devletinin Müslüman olmayan egemenlik alanı genişledikçe, çeşitli dindeki kişiler arasında çalışma zorunluluğu doğmuştur. Bu şekilde din ayrimi yapılmadan kurulan, eski niteliğinden bir şey kaybetmeyen yeni organizasyona gedik denilmiştir. Gedik kelimesi Türkçe’dir. Tekel ve imtiyaz anlamına gelir. Resmi terim olarak gedik kelimesine 1927 yilinda raslanir. Ama gediğin tekelci karakteri çok daha eskilere uzanmaktadir.
Bu şekilde esnaf ve sanatkârlık, 1860 yilina kadar sürmüştür. O zamanlar, bir kişi çirakliktan ve kalfaliktan yetişip te açık bulunan bir ustalık makamına geçmedikçe, yani gedik sahibi olmadıkça, dükkan açarak sanat ve ticaret yapamazdı. Ancak, ellerinde imtiyaz fermanları olan kişiler, sanat ve ticaret yapabilirdi. Bu fermanlar, esnafin sayilarinin artirilip eksiltilmesi, mülk sahiplerinin eski kiralarini artirmamasi, gediği olmayanların sanat ve ticaret yapamaması, açık olan gediklerin esnafın çırak ve kalfalarına verilmesi, dışardan esnaflığa kimsenin kabul edilmemesi gibi hükümleri kapsıyordu.
Gedikler, sabit veya seyyar olmak üzere iki türlüdür. Seyyar veya havzi gedikler, kişiye özgü olup, sahibi istediği yerde sanatini ve ticaretini yapmasini sağliyordu. Sabitgedikler ise dükkan, mağaza, atölye gibi yerlere ait olduğundan, sahipleri başka bir yerde sanat ve ticaret yapamazlardi. Gedik sahibi, başka bir yere göç edecek olursa gediğini de resmen nakletmek ve senedini değiştirmek zorundadir. Bu durumda değiştirmede ya da yeniden gedik senedi verilmesinde olduğu gibi, resmi araştirma ve soruşturma yapilirdi. Gedikler, toplumun ihtiyaçlari, nakil ve değiştirmeler yüzünden çoğaltilip azaltilabilirdi.
Tanzimatin ilânından ve yabancı devletlerle ticaret anlaşmaları yapılmaya başlan diktan sonra, öteden beri sürüp gelen tekelcilik kuralinin sanatla ticaretin gelişmesinde zararlı olduğu anlaşilmiş, ticaret ve sanayiinin gelişmesi gerektiğinden ve istendiğinden, artik gedik ve tekelcilik kuralinin sürdürülmesinde hükümetçe yarar görülmemiş, kaldirilmiştir.
18. yüzyıla kadar esnaf ve sanatkarlik Osmanlı döneminde altin çağini yaşamistir. Ahilik gelenekleri ve daha sonra kurulan lonca teşkilatlari bu sinifi gerek nicelik ve gerekse nitelik yönünden geliştirmistir. Bu gelişmeye devlet de katki sağlamış, derbendci denilen memurlar vasitasiyla ticaret yollarinin bakim ve güvenliğini temin etmiştir.
Osmanli Imparatorluğunun çöküşünden Ahilikte payina düşeni almiş git gide yozlaşmiştir. Sonuçta giderek loncalar bozulmuş, gediklere töreye göre değil, iltimasa göre atamalar yapilmaya başlanmiştir. Esnaf ürettiği mali satamaz olmuştur.
Bu dönem Devlet tam bir çöküş yaşamiştir. Nihayet 1912 yilinda loncalar tamamen ortadan kal dirilmiştir. Böylece 700 yıl boyunca yaşamış ve Anadolu halkının ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamında belirleyici rol oynamış olan Ahilik sistemi tarihe karişmiştir.
*2,*3-AnaBritanica
Ittihat ve Terakki döneminde esnaf ve sanatkarlarin yaşadiği bu çöküş çarkini tersine çalistiracak çözümler arandi. Bu kesimin devlet tarafindan teşvik edilmesi, çiraklik mekanizmaşinin iyi isletilmesi gibi formüller üzerinde duruldu. Ancak bir sonuç alinamadi. Osmanli Imparatorluğu gibi Ahilik sistemi de çöktü.
E. Cumhuriyet Döneminde Esnaf - Sanatkar Örgütlenmesi
Cumhuriyetin kurulması ile birlikte esnaf-sanatkarlar kesiminin bugünkü modern örgütlenmesinin başlangici olan 5373 sayili Esnaf Dernekleri ve Esnaf Birlikleri Kanunu çikarilmiştir. 1964 yilinda 507 sayili Esnaf ve Sanatkarlar Kanunu ile esnaf-sanatkarlar teşkilâtı bugünkü yapisina kavuşmuştur.
1991 yilinda 507 sayili Kanunda değişiklik yapan 3741 sayili Kanun ile Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu ve tüm alt teşkilati, ülkemizde uygulanmakta olan ve kökeni Ahiliğe dayanan ve Almanya’ dan örnek alınan ikili meslek eğitimi sisteminin işyerlerinde verilen pratik kismi ile ilgili bir takim hak ve sorumluluklar yüklenmiştir. Bu kanun hükümlerine dayanarak da ayrintilari düzenleyen 5 eğitim yönetmeliği çikarmiştir.
Konfederasyonumuz ve alt teşkilâtı Ahilikten gelen ilkelerini kaybetmeden bugün de ülkenin orta direği, istikrar unsuru olma özelliğini yitirmeden gelişmesine devam etmektedir.
Konfederasyonumuz Ahilikten gelen bir teşkil atin en üst kurulusu olarak, Ahiliğe her zaman sahip çikmiş ve Ahilik ilkelerini korumaya çalişmiştir. Bu nedenle Kültür Bakanliği ile işbirliği içinde her yil Ahilik Kültürü Haftası Kutlamaları Yönetmeliği kapsamında bulunan illerimizde büyük bir coşku ile Ahilik Kutlamalari yapilmaktadir. Ahilik Haftası ayni zamanda tüm ülke genelinde Esnaf Bayramı olarak da kutlanmaktadir. Her iki kutlama programlari çerçevesinde illerimizde Ahilikle ilgili panel ve konferanslar düzenlenmekte, senlikler yapilmakta, iller tarafından seçilen mesleğinde başarili ve mesleğinin gerektirdiği ahlaki ilkelere sahip en genç-en yaşlı ve kadın esnaf ve sanatkarlarimiza belge ve hediyeler verilmekte, sergiler-fuarlar açilmaktadir. Konfederasyonumuz her yil ayrıca, Ahiliğin merkezi kabul edilen Kırşehir ilimizde ülke genelinden gelen esnaf-sanatkar kuruluşlari yöneticileri ile birlikte bu faaliyetleri gerçekleştirmektedir. Ahiliğin yaşatilmaşi, geliştirilerek günümüz şartlarına uydurulması amacıyla araştırmalar yapilmakta ve yayınlar yayimlanmaktadir.
Esnaf ve sanatkarlar kesiminin tarihinde önemli bir yer tutan Ahilik gerek ruh ve gerekse kurumları ile bugün halen yaşamaktadir. Bugün esnaf-sanatkarlar kesimi açisindan öneme sahip olan, Halk Bankası, Kefalet Kooperatifleri, Bağ-Kur gibi kuruluşların kökeni Ahilik Teşkilâtına dayanmaktadir. Bu nedenle esnaf ve sanatkarlar kesiminde ve teşkilâtlarında 34 yildan beri "Esnaf Bayramı" kutlamaları büyük bir şevkle yapilmaktadir.
AHİ BİRLİKLERİNİN KURULUŞU*4
Buraya kadar Selçuklu ve Osmanlı dönemi Anadolu'sunda görülen Ahi Birliklerinin ne tür bir ihtiyacı karşılamak üzere ortaya çıktığını ve bu birlikleri oluşturan faktörlerin neler olduğunu açıklamaya çalıştık. Bundan sonra her bir faktörün Ahi Birliklerinin oluşumuna, hangi aşamada ve ne ölçüde katılmış olduklarını belirlemek için bu birliklerin ilk yapı ve fonksiyonlarından söz etmek gerekir.
İlk Ahi Birlikleri, yüksek ahlak değerlerine sahip zengin ve güçlü bir lider çevresinde toplanmış silahlı halk guruplarından oluşmaktadır. Bu gruplar zengin Ahi liderinin kurmuş olduğu ve finans ettiği zaviyelerde toplanmakta, orada ortaklaşa bir hayat yaşamaktadırlar. Adeta bir karargah görünümü taşıyan bu ilk Ahi zaviyeleri, aynı zamanda gelip giden konukların ağırlandığı, büyük şölenlerin verildiği, müzikli - sazlı sözlü - toplantıların yapıldığı yerler olduğundan ulusal kültürün oluşmasında büyük bir önem taşıyorlardı.
*4-Sokrat Ve Eflatun'dan Günümüze Ahilik
Öyle ki bu zaviyeler kuruluşlarından kısa bir süre sonra, büyük halk çoğunluğunu etkileyen birer " ahlak mektebi" haline gelmişlerdir. Resmi devlet organizasyonunun dışında ortaya çıkan ve gelişen bu ilk Ahi birlikleri Türk geleneklerinden kaynak almaktadır.
Kalabalık halk kitleleri tarafından oluşturulduğunu gördüğümüz ilk Ahi Birliklerinde belirgin olan fonksiyonlar; ahlaki ve siyasi fonksiyonlardır.
Bu birlikler her şeyden önce belli bir ahlaki tavır içinde bir araya gelen kitleler olarak tanımlanabilir. Yerleşik hayatın değerlerine bağlılıklarını sürdürmek durumunda olan bu kitleler Fütüvvet ideolojisinin geliştirdiği ahlak yapısına yakındırlar. Bunun da etkisiyle yiğitlik, cesaret, konukseverlik, cömertlik gibi değerlere bağlıdırlar.
Ahi Birliklerinin siyasi fonksiyonları yerel otoritelerin hakim oldukları çevrelerde devlet kuvvetine eşdeğer bir halk yönetimini temsil etmelerindendir. Ahilerin hiçbir yerde resmi bir siyasi güç olarak ortaya çıkmamalarına karşılık yine de olağanüstü hallerde, birtakım siyasi fonksiyonlar yüklendiklerini görmekteyiz.
Ahi Birliklerinin siyasi fonksiyonlarının en geliştiği dönem Anadolu'da merkezi otoritenin dağıldığı Beylikler Dönemidir. Bu dönemde Ahi Birlikleri hemen hemen her şehir ve kasabada yerel otorite birimleri olarak yönetimi ellerine geçirmiş durumdadırlar. Osmanlı Beyliği ise özellikle bu gücün desteğini sağlayabildiği için kısa zamanda gelişmiştir. Osman Gazi'ye ilk defa padişahlık ve devlet kuruculuk muştulayan ve onu bu yola yönelten Ahi Şeyhi Edebali'dir. Kendisi de Ahi teşkilatının bir üyesi olan Osman Gazi, Şeyh Edebali'nin kızı Mal Hatun ile evlenmiştir. Osman Gazi'nin bir çok silah arkadaşı, oğlu Orhan ve Alâattin Paşa, Murat Hüdavendigar Ahi örgütünden idiler.
MODEL, ŞAHSİYET VE DAVRANIŞ KÜLTÜRÜ OLARAK AHİLİK*
XIII. Yüzyildan itibaren Anadolu toplum hayatında önemli sosyal, siyasî, ekonomik ve kültürel faaliyetleri ile yer alan Ahiliğin, bir Türk kurumu olarak ortaya çiktiği kaynaklarda belirtilir.1 Gerek ilkeleri, gerekse teskilâtlanmasi ve faaliyetleri ile Türk toplumunun dinî, kültürel, siyasî ve iktisadî kıymetlerini yansitmaktadir.
Türk sosyal yapisi içinde yer alan Ahiliğin, sistem içinde fonksiyonel olmasini dikkate aldiğimizda cemiyetin öngördüğü model sahsiyetin bu sahadaki davranış kültürü ile karsilasmaktayiz. Bu açidan bakildiğinda, model sahsiyet ve davranis kültürü olarak Ahilik, ortaya çiktiği sosyal yapidan ayri düsünülemez. O halde, bu kurumu ortaya çikaran kültür-sahsiyet iliskisini ve model sahsiyetin özelliklerini belirlemek gerekecektir.
A- Kültür ve Şahsiyet İlişkisi:
Herhangi bir cemiyette fert ya da grupların cemiyetin kültürüne üç seviyede sahip olabilecekleri söylenebilir: İdeolojik kültür, davranış kültürü ve maddî kültür.
Fert ya da grupların sahip oldukları değerlerin ve kuralların bütünü, onların ideolojik kültürünü oluşturur. Bu değerler ve kurallar onlarda uygulanmadan ve objektifleşmeden yalnızca bilmek seviyesinde kalabilir.
Manaların, değerlerin ve kuralların belirdiği ve gerçekleştiği manalı davranislarin toplamı ise davranış kültürünü oluşturur. Baska bir ifade ile davranış kültürü, araciliklari ile mânâ, değer ve kuralların belirdiği ve gerçekleştiği eylemlerin bütünüdür.
Bir diğer seviyede kültürün değer ve kuralları onun tasiyicisi olan fert ve gruplar tarafından maddî ve biyolojik olarak objektifleştirilebilir. Bu kültürün dislasmasi, maddede müsahhaslasmasidir.
Fertlerin, cemiyetin kültürünün herhangi bir seviyede tasiyicisi olabilmeleri onların sosyalleşme sürecine tabi tutulmaları ile mümkündür. Kültürün ortaya koyduğu model (tipik) sahsiyet haline gelmeleri ve böylece belirli bir vaziyet karsisinda tipik davranisi gösterebilmeleri bu sürecin sağlikli islemesine bağlidir. Kaldı ki her sistem, kültür örneğini koruyacak ve yasatacak mekanizmayi gelistirmek zorunluluğunu tasimaktadir. Toplum bu fonksiyonel zorunluluğu terbiye, taklit ve telkin sürecinde gerçeklestirir. Kendi kültürel taleplerine, kiymet hükümlerine uygun davranislari asilamak suretiyle ferdin tutum ve davranislarini belirli bir tarzda gelistirir ki, bu o cemiyette yayğin olan sahsiyettir.3 Ancak bu ilişki her zaman tek taraflı bir ilişki olarak düsünülmemelidir. Süphesiz fert, cemiyetin kültürel taleplerini değerlendirebilir, yorumlayabilir ve değişen sartlarda yeni ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde terkiplere ulaşabilir. Ferdin bu seviyeye ulasabilmesi basarili sosyallesme sürecine bağlidir. Çünkü, ferdin yeni terkiplere ulaşabilmesi onun mevcut sosyal mirası özümsemiş olmasını gerektirir.
Cemiyet sosyalleştirme sürecini başarı ile sürdürebildiği ölçüde fertler de kültürü ideolojik seviyeden daha yüksekte, davranış ve maddî kültür seviyesinde yasayabilecektir. Herhangi bir sekilde bu süreçte basarili olamamak yabancilasma olgusunu ortaya çikarir. Zira cemiyet ferdin davranislarini çevreleyip, sinirlandirabilme kabiliyetini kaybedecektir. Bu takdirde sosyal ve kültürel yapı arasinda kopma hali yasanabilir. Fert seviyesinde de düsündükleri ile yasadiklarinin farklı olmasından kaynaklanan gerginliklerin yasanmasi tabiîdir. Ferdi saran sosyal kültürel yapı arasında kısa süreli uyumsuzlukların ortaya çikmasi normal karsilanabilir. Her ne kadar sosyal yapı için asil olan bütünlesmis veya denge halinde olmak ise de zaman zaman bundan uzaklasabilir. Çünkü cemiyet sürekli değişen sosyal münasebetler ve teskilâtlar ağidir. Yapiyi meydana getiren müesseselerin değişen şartlarda fonksiyonsuzlaştıkları görülebilir. Bu durumda fonksiyonel hale getirilmeleri ya da ihtiyaca cevap verecek yeni müesseselerin tesis edilmesi gerekecektir ki, bunun kaynağı da millî kültürdür. Başka bir ifade ile, fert, kültürü davranışlarına taşıyabiliyor ve sosyal, maddî-biyolojik realitede müsahhaslaştırabiliyorsa sosyal ve kültürel yapı uyuma kavuşabilecektir.
B- Bir Model Sahsiyet Olarak Ahilik:
Öte yandan fert kültürün bütününe iştirak edemez. O kültürü ancak hususî bir surette yaşayacaktır. Mensup olduğu meslek, sınıf ve grup tali kültürleri ferdin davranışları üzerinde tesirde bulunur. İnsan tüm dünyada değil, kendi cemiyetinin doğrudan doğruya küçük bir âleminde yasar. Fert ayni zamanda birçok grup içinde hayatini devam ettirir. Grup tecrübesi ferdin hayatini önemli ölçüde etkiler, zira millî kültür ferde dahil olduğu grupların süzgecinden geçerek ulaşır. O halde Ahilik, millî kültürün dinî, ahlakî, siyasî, iktisadî vechelerini hususî bir yaşayış şekli olarak belirleyebilir. Ahiliğe has şahsiyetin söz konusu özelliklerini anlayabilmek için teşekkül çağına bakmak gerekecektir. Diğer gruplardan ayrıldığı noktaları ortaya koymak, onun fonksiyonlarını da belirlemek açısından önemlidir.
1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’ya akan nüfusun kısa sürede, Bati Anadolu ve sahil kısımları hariç, Anadolu’yu Türkleştirdiği söylenebilir. İkinci büyük göç Moğolların önünde sürüklenen kitlelerce gerçekleştirilir. Göçle birlikte göçebelerden başka, önemli ölçüde tüccar, fikir ve sanat adamları ile köylüler de Anadolu’nun muhtelif yerlerine yerleşmişlerdir. Bu yerleşimden sonra Selçuklu ülkesinde üç kültür bölgesi teşekkül eder. Çukurova, Maraş, Halep, Urfa, Musul, Diyarbakır’dan oluşan Güneydoğu çevresi yerleşik hayata da sahip olmakla birlikte göçebelik ve kabile hayati daha yaygındır.
Kayseri, Sivas Tokat, Sinop ve Çorum’dan oluşan Danişmendiye vilâyeti ise göçebeliği barındırmakla birlikte hâkim yaşayış tarzı yerleşik hayattır. Mamur ve müreffeh olan bu bölgede üretim ve ticarî faaliyet gelişmiştir.
Başlangıçta Alâiye, Konya, Larende, Ermenak vilâyetlerinden oluşan Karaman sahasına hâkim olan yasama tarzı da yerleşik hayattır. Ticarî yollar üzerinde de bulunan bu bölgede ziraatın yani sıra şehirler gelişmiştir. Bu bölge özellikle Ahiliğin geliştiği bölgedir.
Uç bölgeleri Türk aşiretlerini barındırıyordu. Buralar sadece göçebe veya yari göçebe aşiretlerin yaylak ve kışlaklarını değil, ayni zamanda birçok köy ve kasabayı ihtiva etmektedir.
Bu hayat tarzları arasında bilhassa ikisi Ahi kültürünü belirginleştirmek bakımından mühimdir. Göçebelik, daha doğrusu yari göçebelik ve şehir hayati.
Türk aşiretlerinden oluşan yari göçebeler ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde tarımla uğraşmakla birlikte asil meşguliyetleri hayvancılıktır. Aşiret nizami içinde yaylak ve kışlakları arasında hareket ederler ve bu arada bazen geçtikleri köy ve şehirlere zarar verebilirlerdi. Daha ziyade Türkmen babalarının nüfuzu altındaki aşiretler idarenin zaafa uğradığı dönemlerde büyük çatışmalara da yol açmışlardır. Bu hareketlerden en büyüğü Babailer isyanıdır.
Anadolu’da şehir hayatının gelişmesi XII. asrın başından itibaren görülebilir. Anadolu’da merkezî otoritenin zaafa uğradığı dönemlerde bundan en çok şehir hayatinin etkilendiği açıktır. Şehirlerin gelişmesi ve uzun ömürlü olması ile merkezî otoritenin varlığı arasında yakın bir ilişki vardır. Zira şehirler herhangi bir felâketle karşılaştıklarında oraya başka yerlerden kaynak aktarımı yapacak otorite önem taşır. Yine şehir hayatinin canlılığı bir çok ticarî faaliyetin güven içinde sürdürülebilmesi, mal ve hizmet akiminin sağlanması, bilhassa ulaştırma güvenliğinin temin edilmesine bağlıdır ki, bütün bunlar merkezî otorite ile sağlanabilir. Çok uzun yıllar ihmal edilmiş, türlü felâketlerle karşılaşmış Anadolu, Selçuklu idaresine kavuştuktan sonra şehir hayati gelişmeye başlamıştır.
Başlangıçta Orta ve Doğu Anadolu’da başlayan şehirleşme sonra batıya doğru bir gelişme seyri takip etmiştir. Anadolu şehirlerinde farklı ırka ve dine mensup insanlar iç içe yaşamaktadır. Nüfusun ekseriyetini Türk ve Müslümanlar oluşturmakla birlikte, Rum, Ermeni ve Yahudiler de bulunmaktadır.
Şehirlerde yasayan halkın mensup olduğu zümreleri tespit etmek istediğimizde, evvelâ devlet hizmetinde bulunanları görüyoruz. Tabakalaşma piramidinin zirvesinde yer alan bu grup sadece statü itibariyle değil, iktisadî bakımdan da üst tabakayı oluşturur. Memur ve askerlerden sonra ulema, sanatçı ve edebiyatçılar, zenaat ve ticaret erbabı ve nihayet halk şehir nüfusunun sosyal zümreleridir. M. Akdağ’in Mevlânâ’ya izafeten verdiği sosyal tabakalaşmaya dair bilgiler de ayni doğrultudadır. Bu gruplar içinde alâkamızın esasini oluşturan sanayi ve ticaretle meşgul olanlar faaliyetlerini, büyük şehirlerde belirli kapalı veya açık çarsılarda yürütmektedir. Çeşitli meslek mensupları ayrı kooperasyonlar teşkil etmektedir.
Birlikler, bir yandan meslek mensuplarının idare ile ilişkilerini sağlıyor, diğer taraftan üyeleri arasındaki münasebetleri nizamlıyordu. Bu birliklerin fonksiyonları hassaten meslekî saha ile sinirli değildir. Dinî, ahlâkî, sosyal, ekonomik, siyasî ve kültürel fonksiyonları bünyesinde barındırır. Faaliyetlerine vücut veren zihniyeti ve o zihniyeti de kuşatan millî kültür içindeki yerini anlamak bakımından söz konusu fonksiyonlara kısaca değinmek, böylece mensuplarının davranış kültürüne, başka bir ifade ile tipik şahsiyete ulaşmak mümkündür.
Hiç olmazsa teşekkül döneminde dinî fonksiyonun isabetle tayin edilebilmesi için, Selçuklu dönemi Anadolu’sunda meskûn yeni hayat tarzına karşı tavır alışlarını belirlemek gerekir. Devlet idarecileri İslâmi hayat tarzının yerleşmesi için gayret sarf etmektedir. Kitabî İslâm’ı esas alan devlet, kadı tayininde ve kurulan medreselerde ders verecek ulemanın seçiminde buna dikkat etmektedir. Bunun için de Iran ve Arabistan’dan getirilen kadı ve ulema görevlendirilmiştir. Bu kadronun, İslâm’ı mutasavvıf Türk dervişlerinin telkini ile kabul eden ve büyük ölçüde geleneklerine bağlı kalan kitleye karşı hoşgörüsüz davrandığı, bunun sonucunda da kitlelerin devlete karşı çatışmacı tavır alarak, zaman zaman isyanlara kalkıştığı görülmektedir. Buna karşılık, İslâm inancı ile Türk geleneklerini kaynaştırarak senteze ulasan bir grup vardır ki, bunlar devlete karşı çatışmacı tavır almamış, yeni hayat tarzına geçişte kültür değişmelerinin mutavassit unsurunu oluşturmuştur. Ayni zamanda birbirlerine karşı tavır alan grupları uzlaştırıcı rol oynayarak, yerleşik hayat tarzına uygun değerleri geliştirmiş ve korumuştur. Bu tavır, Ahi Birliklerinin kurulması ve gelişmesini sağlamıştır. Anadolu’da Türk kültür ve medeniyetinin kurulmasında en az gaziler, veliler ve ulema kadar hizmet eden Ahilerin, çalışma hayati ile din, ahlâk ve toplum arasında kurduğu münasebet fert-cemiyet dengesini tesis etmek suretiyle sosyal bütünleşmeye büyük katkıda bulunmuştur.
Ahi Birlikleri’nce muhafaza edilen ahlâkî değerlere bakıldığında, gelenekler ile İslâmın kaynaşmasına şahit olunur. Ahi Birlikleri; birbirlerini korumak ve yardımlaşmak, dışarıdan gelebilecek etki ve tehlikelere birlikte karşı koyabilmek, kendilerinden yardim bekleyenlere karşı irk ve din farkı gözetmeksizin yardim etmek gibi geleneksel değerlerin yananda “Fütüvvet adabı”na da sıkı sıkıya bağlıdır. Ahilerin hayata ve insana bakış tarzları, inançları, davranışları ve kıyafetleri hakkında bilgilere ulaştığımızda Fütüvvetnamelere göre ahi; nefsine hâkim olmak, iyi huylu olmak, Allah’ın emirlerine uymak, cömert olmak, insanları sevmek, hile yapmamak, yalan söylememek, âdil olmak, zulme ve haksızlığa karşı koymak, mazlumu korumak .... vb. gibi prensiplere uygun yasamak zorundadır. Bu hüviyetiyle Ahi Birlikleri bir ahlâk mektebidir.
Ahilik ayni zamanda terbiye sistemidir. Ahi Birliklerinin eğitim faaliyetleri de tamamen cemiyetin kültürel taleplerini yansıtmaktadır: Ferdin nefsini tanıması, fıtratı koruma, iyiliğe yöneltme, ferdî kabiliyetlerini geliştirme ve yön vermek. Hem örgün hem de yaygın eğitimde bu gayelere sadık kalarak, meslekî eğitimle genel eğitim birlikte gerçekleştirilmiştir.
Ahi Birliklerinin meslekî fonksiyonları ve ortaya koyduğu iktisadî zihniyet, karşı karşıya bulunduğumuz ahi şahsiyet ile ilgili mühim ipuçları vermektedir. Üretimde standartlaşma ve kalite kontrolünün sağlanması, sanatta ehliyete önem verilmesi, patent hakkına saygı, birlik mensuplarına hürmet, is bölümü ve is birliği gibi esaslara dayanan çalışma hayati içinde iktisadî faaliyet “inanarak ve bütün gücüyle katılarak (iman ederek) üretme, sadece kendisi (bencil kâr dürtüsü) değil, başkaları için, halk için, toplumsal refah için üretme ve adalet üzere-Hak üzere (güçlüye göre değil) paylaştırma” dan ibarettir. Türk-İslâm kültürünün sağladığı fert ve cemiyet bütünleşmesinin tezahürü olan bu iktisadî zihniyet, sınıf tezatlarını, törpüleyerek yıkıcı rekabet davranışını önlemiştir. Esasen tevhit inancına dayalı, madde ve mânâ hedeflerini dengeleyen ideal kültürün taşıyıcısı olan fertler, dış âlem ile iç âlemi bütünleştirmiş fertlerdir ve bu bütünleşme bir süper sistemin de ifadesidir.
C- Sonuç:
Türk millî kültürünün taşıyıcısı olan kişiler, bu kültürün değer ve kurallarını ideolojik seviyeden davranışlarına taşıdığı ve somutlaştırdığı zaman ortaya çıkan yaygın şahsiyet tipi dayanışmacı ve digergâmdır. Bu sağlanabildiği ölçüde sosyal hayatin her sahasında bu şahsiyet tipinin ve müesseselerin geliştiği görülür. Böyle bir somutlaşmayı ifade eden Ahilik sosyal ve ekonomik hayatta gücüne inanma ve kendine güven, is bölümü ve is birliği sonunda âdil paylaşma olarak tezahür eder. Ahilik tahrip edici rekabet ve çatışmayı kontrol ederek sosyal barış ve uyumu gerçekleştirir. Ferdi maddî tatminin ötesinde manevî tatmine ve nefis terbiyesine yönelterek fert-cemiyet bütünleşmesini, nihaî olarak sosyal bütünleşmeyi kolaylaştırır.