Muhteşem Tarih

MORA'DA YUNANLILARIN YAPTIKLARI

MORA'DA YUNANLILARIN YAPTIKLARI

 


Osmanlı İmparatorluğu bilindiği gibi 19. yüzyılın başından itibaren ciddi toprak kayıplarına maruz kaldı. Balkanlar'daki azınlıklar birer birer isyan ettiler. Rusya ise Kırım ve Kafkasya gibi bölgeleri aşamalı biçimde işgal etti. Bu dönemde İngiltere ve Fransa gibi Batılı güçler ise dönem dönem Osmanlı İmparatorluğu'na karşı destek verir yönde politikalar izlediler, çünkü Rusya'nın ilerlemesine karşı Osmanlı'yı bir denge unsuru olarak görüyorlardı.Ancak İngiltere ve Fransa'nın bu politikası, 1870'lerde değişmeye başladı. 1878'deki Berlin Kongresi ise, tarihçilerin ortak görüşüne göre, tam bir dönüm noktası oldu. Çünkü bu Kongre'nin ardından İngiltere ve Fransa da Rusya ile elbirliği yaparak Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalayıp bölüşme stratejisi izlemeye başladılar. İngiltere uzun süredir gözünü diktiği Mısır'ı 1882 yılında işgal etti. Bu işgal döneminde Türk düşmanı tavrıyla öne çıkan İngiliz Lord Gladstone Londra'da Türklerle ilgili bir broşür yayınlamış ve Osmanlı'yı alabildiğine kötüleyen broşürde "Türklerin mahvedip aşağıladıkları vilayetlerdeki tüm istismarlarını ortadan kaldırmak için en iyi yol olarakpılı-pırtılarını toplayıp uzaklaşmaları…" gerektiği çağrısını yapmıştı. Fransızlar ise Cezayir ve Tunus'u işgal ettiler. …Darwin'in "Avrupalı ırklar olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, bu tür aşağı ırkların çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından yok edileceğini görüyorum" şeklindeki sözleri, işte tam bu emperyalist sürecin başlarına denk geliyordu. Darwin bu sözleri 1881 yılında, yani İngiltere'nin Mısır işgali sırasında söylemişti. Anlaşılan Victoria İngilteresi'nin stratejistleri, ona, Mısır işgali ile başlayan sürecin "Türkleri yok etme" ile sonuçlanacağını haber vermişler ve bu plana bilimsel bir destek bulmasını istemişlerdi. Darwin, "yaşam mücadelesi", "ırklar arasındaki doğal seçme" gibi sözde bilimsel kavramlarla işte bu "Türkleri yok etme" hedefine zemin hazırlamaya çalıştı.



Amerikalı tarihçi Justin McCarthy, son iki yüzyıldır Balkanlardan Türkiye’ye yönelik göçlerle ve sonuçlarıyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Balkanlardaki Müslümanların çoğu gitmiştir. Ya ölmüşler ya da göç etmek zorunda bırakılmışlardır. Kalanlar Yunanistan’da, Bulgaristan’da, Yugoslavya’da adacık durumundaki yerleşim bölgelerinde yaşamaktadırlar. Ayaklanmalar, savaşlar sırasında İmparatorluğun çeşitli bölgelerinde çoğu Türk olan milyonlarca Müslüman ölmüş; milyonlarcası da Türkiye’ye sığınmıştır. 1821 ile 1922 yılları arasında Müslümanların yaklaşık 5.5 milyonu kimi savaşlarda açlıktan ve hastalıktan canını yitirerek ölmüş, 5 milyondan fazlası ise ülkelerinden sürülüp atılmıştır. Balkanlarda olsun diğer bölgelerde olsun, kurulan her yeni devlet, ayrılıp gitmiş, göç etmiş bulunan sakinlerinin çilesi üzerine kurulmuştur.”



Osmanlı Devletinden ayrılan ilk azınlık olan Yunanlıların nasıl ayrıldığı ise ayrı bir hikaye. Doğu Trakya göçmeni Rum bir baba ve Arvanit bir annenin çocuğu olan Dimitrios Lithoxoou isimli yazar, "Karışık Halk" isimli kitabında; "1821 Yunan Ayaklanması sırasında Mora Bölgesi'ndeki Türklere soykırım uygulandığını" bakın nasıl anlatıyor?



Rus Çarı I.-Aleksandır ve Rus Dışişleri Bakanı Ioannis Kapodistrias planladıkları ayaklanmanın ilk döneminde Yunanistan'daki Türk ve Arnavut Müslümanların toplu halde yok edilmeleri öngörülüyordu.Sadece böyle bir kitlesel katliam, İmparatorluğun Müslüman halkının tepkisine yol açacak ve suçlu - suçsuz ayrımı yapmadan Ortodoks Rum ve Arvanitlere yönelik kanlı misilleme hareketlerine girişmelerine neden olacaktı. Müslümanlar tarafından yapılan bu misilleme, Avrupa kamuoyunun katledilen Hıristiyanlar lehine dönmesine neden olacak şekilde hassasiyet göstermesi ve Batılı hükümetlerin ayaklananları “İsyan Edenler” olarak tanımlamak suretiyle meşru kılmaları için gerekli bir ön şarttı.



İlk katliamlar Aleksandros İpsilantis'in yönetiminde Eflak-Boğdan'da gerçekleştirilecek ve Yunanistan'da yaşanacakların bir habercisi niteliğini taşıyacaktı. Bu katliamda başrolü oynayan kişi Filiki Eterya üyesi çete başı Vasilis Karavias'tı. Adı geçen, o dönem Galaçi'deki jandarma birliklerinin komutanıydı.İpsilantis'in anılan beylikler bölgesine gelmesinin arifesi olan 21 Şubat tarihinde Karavias paralı askerleriyle birlikte şehirdeki Osmanlı garnizonunun yanı sıra, Galaçi'de bulunan tüm sivil Türk tüccarlar ve denizcileri öldürdü, Türk dükkanlarını yağmaladı. Karavias, bir kaç gün sonra bu kez İpsilantis'in huzurunda o bölgedeki teslim olmuş Osmanlı garnizonunun ve tüm Türk tüccarların kesilmesini emretti. İpsilantis, esir askerlerle, sivil tüccarların katledilmelerini, yayınladığı bir açıklamayla “kahramanca başarılar” olarak niteledi. İpsilantis'in bu açıklaması, adı geçenin niyetini açıkça ortaya koyuyordu.



Mora'daki ayaklanma 21 Mart günü Kalavrita'da patlak verdi. Başı çekenler ise Filiki Eterya üyeleri Sotiris Haralambis, Asimakis Fotilas, Vasilis Petmezas, Sotiris Theoharopulos ve Nikos Soliotis'di. Kasabanın 300 kadar Türk sakini kısa süren bir direnişten sonra anlaşarak teslim oldular, ancak galipler bu anlaşmaya riayet etmediler. Fransız subayı Maksim Reybo'nun söylediğine göre erkek esirler boğazlandı, kadınlar ve çocuklar ise bölgenin güçlü Rumlarının evlerinde köle oldular.



Bunu 23 Mart tarihinde Patra izledi. Ayaklanmanın başında Filiki Eterya üyeleri Paleon Patron Germanos, Ioannis Vlassopulos (Rus Konsolosu), Andreas Zaimis, Andreas Londos ve Ioannis Papadiamantopulos vardı. Müslümanlar kaleye çekildiler. O gece ile ilgili olarak Fransız Konsolosu Pouqevillé günlüğüne şöyle not düşmüştür: “O korkunç geceden sonra bir kez daha gün ışığını görebileceğimi sanmıyordum. Her tarafta çığlıklar duyuluyor, yirmi bin kişilik bir şehir yok oluyor. Yunanlılar Müslüman mahallesini ateşe veriyorlar. Yollar ceset dolu. Başpiskopos Germanos büyük bir vebal altına girdi. Yunanlılar köylerden “Türklere ölüm!” çığlıklarıyla geliyorlar. Haçlı bayrak camilerin üzerinde dalgalanıyor. Papazlar pek çok Türk çocuğunu vaftiz ediyorlar. Şehre Vostiça eşrafı geliyor. Önlerinde mızraklara takılmış 5 Türk'ün kellesini taşıyan adamlar yürüyor.”



Patra'daki İsveç Konsolosu ve Filiki Eterya üyesi Ludovikos Stranis de, İstanbul'daki İsveç Büyükelçisine gönderdiği 26 Mart tarihli mektubunda “Tüm Türk evlerinin yıkılarak yağmalandığını, çoğunun da ateşe verildiğini” belirtiyor. İngiliz Konsolosu Phillip Green de benzer olaylardan bahsediyor: “Şehre bir karışıklık ve yağma ortamı hâkimdi. Türk’lerin evleri açılarak yağmalandı, camiler yakıldı veya yerle bir edildi.”



23 Mart günü Filiki Eterya üyeleri Theodoros Kolokotronis, Anagnostis Papageorgiu, Petrobey Mavromihalis ve Nikitas Turkolekas başkanlığındaki ayaklananların Kalamata'ya girmelerinin ardından şehrin Türk sakinleri teslim oldular. Canlarına ve namuslarına dokunulmayacağına yemin edildi. Esirler, köle olarak pay edildi. Filiki Eterya üyesi Amvrosios Francis'in ifadesine göre güzel kızlar dışında bu esirlerin çoğu “karanlıklar içinde yitip gitti.”

24 Mart tarihinde armatol (eşkıyalarla savaşması için kendilerine yetki verilen başka eşkıyalar) ve Filiki Eterya üyesi Ksirodimitris Panurgias, kuzeni çete başı Yannis Guras'la birlikte Salona'ya (Amfissa) karşı yapılan bir saldırıyı yönettiler. Vostiça'dan Salona'ya gelen Müslüman halk kaleye çekildi. Kuşatma altındakiler susuzluk nedeniyle şartlı olarak teslim oldular. Bunların büyük bir çoğunluğu boğazlandı; hayatta kalanlar köle yapıldı.

Armatol ve Filiki Eterya üyesi Athanasios Diakos 30 Mart tarihinde Livadya'ya saldırdı. Türkler ve Müslüman Arnavutlar kaleye çekilerek 25 Nisan tarihine kadar direndiler. Sonunda teslim oldular ve hepsi boğazlandılar.

1 Haziran tarihinde Misolongi düştü. Şehrin Müslüman sakinleri ya öldürüldü ya da köle yapıldı. Misolongi'yi, 9 Haziran'da Vrahori (Agrinio) izledi. Vrahori'de anlaşmayla silah bırakan 500 Müslüman ailesi ve şehrin tüm Musevi nüfusu boğazlandı. Zapadi'deki Müslümanlar da aynı kaderden kurtulamadılar. Batı Rumeli'deki katliamlarda başrolü oynayan kişi armatol Yorgakis Nikolu ya da nam - ı diğer Varnakiyotis'ti. Adı geçen, daha sonra ayaklanan hemşerilerine karşı Osmanlıların yanında savaşmış, Kapodistria'nın Yunanistan'a gelişinden sonra yine Yunan tarafına geçmişti.



1821'in en büyük tarihçilerinden biri olan George Finnley, Rumeli'deki ilk günlerde yapılan katliamlarla ilgili şunları yazıyor: “Sunio Burnundan, Sperhios Ovasına kadar olan bütün bölgedeki yüzlerce köyde Müslüman aileler yok edildi. Erkeklerin, kadınların ve çocukların cesetleri, köyün kenarında bir eve konuldu ve ev ateşe verildi. Bunu nedeni, hiçbir Hristiyanının bir kâfiri gömmek için bir çukur kazacak kadar alçalmayı kendine yedirememesiydi.,,

Finnley, Mora bölgesinde de benzeri olayların meydana geldiğini belirtiyor: „Yarımadanın her tarafındaki Hıristiyanlar ayaklanmış, Müslümanları öldürüyorlardı. Kuleleri ve tarlaları ateşe verdiler, Müslümanların mülklerini, kalelere çekilenlerin her türlü geri dönme umudunu yok edecek şekilde ortadan kaldırdılar. 26 Mart tarihinden, o yıl 22 Nisan'a denk gelen Paskalya'ya kadar geçen süre zarfında 10 - 15.000 kişinin öldürüldüğü ve takriben 3.000 kadar Türk mülkü ve tarlasının yok edildiği tahmin edilmektedir. Finnley, devam ederken son derece doğru bir tespitte bulunuyor: ,,Türklerin yok edilmesi önceden hazırlanan bir plana göre yürütüldü. Bu, daha çok aydınların ve Filiki Eterya üyelerinin intikamcı teşvikleri sonucu gerçekleştirildi.,,

Dimitris İpsilantis 19 Haziran tarihinden itibaren ağabeyi Aleksandros İpsilantis'in tam yetkili temsilcisi ve Filiki Eterya'nın Yunanistan başkanı olarak Yunanistan'da bulunmaktadır. Adı geçen, gerçekten de tüyler ürpertici bir harekette bulunur. Dimitris İpsilantis, bütün Müslüman erkeklerin başlarına ödül koyar. Getirilen kesilmiş her Türk kellesi için 3 akçe ödül verilecektir. Trebliçe (Tripoliça) kuşatması sırasında İpsilantis'in çadırının etrafına atılmış o kadar çok kelle vardı ki, üzerlerine basmadan çadırın içine girmek olanaksızdı.



İki Avrupalı subay, daha önce de adı geçen Fransız Reybo ile İngiliz William Humphrey, Dimitris İpsilantis'in kelle avcılarının ödül karşılığı kelleleri getirme vakalarını iğrenerek anlatmaktadırlar. Her iki durumda da Rum katiller umutsuzca kırlarda yiyecek arayan üç aç Müslüman’ı yakalamışlardı. İkisini derhal ödümmüşler ve kelleleri İpsilantis'e kadar taşımak yükünden kurtulmaları için, üçüncüye yüklemişler. Tabii İpsilantis'in çadırına geldiklerinde, üçüncü kişiyi diğer yüklerin yanında kendi kellesinin yükünden de kurtaracaklarmış. Bu durum, iki yabancı subayın orada olmalarından dolayı engellenmiş.



Müslümanların toplu şekilde yok edilmelerinin arasında Neokastro ya da nam - ı diğer Navarin'de (Pilos) olanı vardır ki, insanın aklına hayaline güç sığar. Buradaki canavarlık, iki perdede gerçekleşmiştir.

Birinci perde: Aç kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan oluşan 350 kadar Müslüman 14 Temmuz tarihinde kuşatmacılara teslim olurlar. Bu kişilerden 65 yaşın altında olan 16 erkek Arkadia (Kiparissia) kalesine götürülürler ve surlardan aşağı atılırlar. Diğerleri, Sfakitiria yakınlarındaki ıssız Helonaki adasında açlıktan ölüme terk edilirler. Orada olan tarihçi Protosigelos Amvrosios Francis bu kişilerin sonlarını şöyle tarif ediyor:



Bu zavallıların, hayatta kalmak için ölen hemcinslerinin etlerini yemeleri yetmezmiş gibi, karaya çıkabilmek için bir araçları olmadığından dolayı, ölenlerin cesetlerini sal gibi kullanıyor ve elleriyle kürek çekerek karaya çıkmaya çalışıyorlardı. Ancak bunu da başaramıyorlardı, zira Yunanlılar ya kendilerini vuruyorlar ya da karaya çıkmalarını engelliyorlardı. Sonunda bu insanların hepsi acı bir şekilde öldüler.



İkinci perde: Navarin'de kuşatma altındaki Müslümanlar, 7 Ağustos tarihinde can ve namuslarına dokunulmayacağı şartıyla teslim olurlar. Teslim anlaşması, mülklerini ve servetlerini teslim etmeleri ve teslim olanların gemilerle Mısır'a götürülmelerini öngörmektedir. Galiplerin bundan sonra yaptıkları, ancak insan suretindeki canavarların yaptıkları şeyler olarak tanımlanabilir. Francis'in şahit oldukları bunun kanıtıdır:



Böyle acı bir katliam ve cinayeti tarih asırlar boyunca kaydetmemiştir. Ateşli silahların mermileriyle ölenler kurtulmuş sayılırlardı. Kadın ve erkek yaralılar ise kendilerini yarı ölü bir şekilde denize atıyorlar ve yüzerken vurularak öldürülüyorlardı. Diğerlerinin acımasızca öldürülmelerini gören ve ölmekten korkan kadınlar bebekleri kucaklarında, soyuldukları için çırılçıplak bir şekilde denize atlıyorlar ve Yunanlılar da denizdeki bu insanlara ateş ediyorlardı. Denizin suları bile bu zavallıların kanlarından kıpkırmızı kesilmişti. Keza Yunanlılar yaşları 3-5 arasında değişen çocukları ve bebeklerin bazılarını kaldırıp taşlara atmak, bazılarını da denize atarak suyun içindeyken ateş etmek suretiyle öldürüyorlardı. Bu zavallılar, boğulurken bile mermilere hedef oluyorlardı.



Sivil Müslümanların toplu katliamlarının Langadia, Monemvasia, Atalanti ve Sisam (Samos) Vathi'sinde de gerçekleştiği tarihi kayıtlarda vardır. Magnisia'ya bağlı Lehonia'da Filiki Eterya üyesi Arhimandritis (papaz rütbesi) Anthimos Gazis'in teşvikleri sonucu yerleşim biriminin tümü, yani 600 kişi yok edilir. Atina'da 2 saat içinde 600 Türk öldürülür.



Akrokorinthos'da, 1.300 Müslüman’ın açlık ve hastalıklardan arta kalan yarısı teslim olduğunda, güzel kızlar ve oğlanlar köle olarak satılmak için alıkonur; diğerleri ise boğazlandıktan sonra iki tekneye doldurulur ve tekneler Korinthos Körfezinde Panurgias'ın talimatıyla batırılır. Naksos, Speçes ve Çirigos (Kithira) adalarında da esir olarak nakledilen çok sayıda Müslüman boğazlanır. Sahturis ve Pinoçis yönetimindeki iki Hydra gemisi Osmanlıların en üst düzeydeki din görevlisi, yani Ortodoksların Patriğinin karşıtı Şeyhülislam'ın da bulunduğu bir gemiyi ele geçirirler. Gemide çok sayıda Türk ailesi de vardır. Finnley, Hydra'lı tayfaların hepsini vahşi bir biçimde öldürdüklerini belirtir: ,,Savunmasız ihtiyarlar, asil kadınlar, güzel köle kızlar, hatta bebekler bile güvertede koyun gibi boğazlandılar.,



Yukarıda belirtilen tüm olaylar, hatta Navarin bile Trebliçe (Tripoliça) kuşatması sırasında yaşanan vahşetin önünde hiç bir şeydir. Trebliçe kelimesi, soykırım kelimesinin eşanlamlısı, 19. asrın Srebrenica'sı olarak algılansa yeridir. Mora'nın idari başkenti olan müstahkem Trebliçe'ye daha ayaklanmanın ilk günlerinde çok sayıda Müslüman sığınmıştır. Fotakos'a göre anılan şehrin içinde 35.000 kadar Türk, Hıristiyan ve Musevi yaşamaktadır. Kâhya Bey başkanlığında 4.000 kadar Arnavut ve farklı bölgelerden gelen 8.000 kadar Müslüman da Trebliçe'ye sığınmışlardır. Şehirde yaşayan 7.000 kadar Hristiyanın çoğu, ayaklanmadan önce şehri terk etmişlerdir.Ayaklananların lideri Dimitris İpsilantis'dir. Dört askeri birliğin başkanları ise Theodoros Kolokotronis, Petrobey Mavromihalis, Yatrakos ve Anagnostaras'tır. Kısacası her şey Filiki Eterya üyelerinin elindedir ve bu bağlamda soykırım da tamamen onları eseridir. Trebliçe'nin kuşatmasından birkaç gün önce, şehirdekiler tifo ve açlıktan kırılıyorlardı. Olacakları bilen İpsilantis, Avrupalıların katliamdan kendisini sorumlu tutmamaları için, bir Türk filosunu izlemek amacıyla küçük bir birlikle bölgeyi terk eder.



Şehrin liderleri bir teslim anlaşmasının şartlarını müzakere ederler. Kuşatmacıların çete başları Türklerin soylu ailelerine ayrı ayrı, servetleri karşılığında koruma vaad ederler. Binlerce Hıristiyan köylerini bırakarak yağmadan pay almak için Trebliçe dolaylarına gelmiştir. Kolokotronis, ayrı bir anlaşma satar! Bu anlaşma, Elmaz Bey'in Arnavutlarının serbest kalması için yapılan 4 Milyon kuruşluk bir anlaşmadır. Bu meblağ, 13 sandık içinde teslim edilir. Bubulina (Yunan ayaklanmasının kadın ileri gelenlerinden) şehre girer ve umutsuz Türk soylu kadınlarının mücevherlerini toparlar.



Topçu komutanı olarak kuşatmada görev alan Fransız Reybo, bu son günlerde meydana gelenleri şöyle anlatıyor:
O zaman bu utanç verici değiş tokuşlar başladı. Bunlar bir kaç gün içinde Bubulina'ya, Kolokotronis'e Mavromihalis ve diğerlerine akıllara durgunluk verecek servetler kazandırdı. Kendi ve yakınlarının hayatlarından endişe eden Türkler ve Museviler muazzam meblağlar vererek düşmanlarının çadırlarında bir yer sağlamak için çırpınıyorlardı. Pazarlıklar gündüz yapılıyor, ancak bu kan bedeli geceleyin veriliyordu. Gün batımından şafağa kadar geçen sürede mücevher, altın ve gümüş yüklü yük hayvanları şehirden çıkıyor ve kaptanların çadırlarına gidiyorlardı.,,

Korkunç gün Cuma 23 Temmuz günüdür. O gün, şehrin savunması küçük bir saldırıyla yarılır ve kuşatmacılar aç kurtlar gibi şehrin dört bir yanına dağılırlar. Reybo, bundan sonra olanların tarifinin imkansız olduğunu belirtmektedir:
Adım başı, pencerelerden kadınlar, kızlar ve çocukların fırlatıldıklarını görüyorduk. haremin gölgelerinde tek başına büyüyen bakireler, birden bire vahşi bir askerin kanlı elinin kendilerini kavradığını ve yükseklerden yollara fırlattığını dehşet içinde, kanları donarak görüyorlardı. Askerler zengin evlerine giren ilk kişi olabilmek için birbirleriyle çatışıyorlardı. Gözü dönmüş bu güruh eski dönemlerden kalma bir koç başı gibi saldırıyor, koskoca duvarlar bir çırpıda yıkılıyordu. Ortalık bir ateş ve kan cehennemine dönmüştü. Yıkılan evlerin gürültüsü, bitmek, tükenmek bilmeyen tüfek sesleri, top patlamaları, ölmek üzere olan yaralıların canhıraş çığlıkları ve galiplerin vahşi naraları birbirine karışıyor, tüyler ürpertici bir senfoniye dönüşüyordu. Yunanlılar düşmana saldırırken kendilerine özgü bir nara atarlar; bu nara gırtlaktan kopup gelen bir ulumayı andırır. Ancak bu çığlık, hançer veya yatağanları kurbanlarının üzerine inerken daha farklı bir şekil alır. Bu sesi tarif etmem olanaksız; zaferin acı ironisi, öç çılgınlığı, insanlık dışı kana susamışlık; bütün bunların hepsi, genelde vahşi, korkunç ve acımasız bir kahkahayla biten bu çığlığın içindedir. Bu bir kaplan - insanın, başka bir insanı parçalayarak yiyen bir insanın çığlığıdır.

Filimonas bu sahneye son fırça darbelerini atıyor: Kardan bile daha beyaz, ölümün bile bu beyazlıklarını yenemediği genç kadınlar ve bebekler... Kadınlar bebeklerine süt verdikleri memelerini tutmuşlar; bebeklerin ağızları ise hâlâ analarının kan içindeki memelerine yapışık duruyor. Gençler, ihtiyarlar erkekler; hepsi karmakarışık, yerde yatıyorlar. İnsanın içini burkan bir manzara. Bilhassa Kalavrita Kapı'dan, Hükümet Konağına kadar uzana taş kaplı yol, tabir - caizse ceset kaplı yol olmuş; atlar ve yayalar yere değil, cesetlere basarak geçebiliyorlar.Kolokotronis de bu cesetle kaplanmış yoldan bahsetmektedir: “Atım, surlardan saraylara kadar olan yolda toprağa basmadı.” Ve şöyle devam ediyor: “İçeride olan Yunan askeri Cuma gününden Pazar gününe kadar, Trebliçe'den 1 saatlik mesafe çapındaki bölgede kadın, erkek ve çocuk 32.000 kişiyi kesti ve öldürdü.”Şehrin Musevi sakinleri de Müslümanlarla aynı kaderi paylaştılar. Tecavüzlere, binlerce kurbanın kanına, yağmaya ve köle olarak satmak için yakaladıkları güzel çocuklara doyamayan galipler, mezarları açıp iskeletleri dışarı atmak amacıyla Müslüman ve Musevi mezarlıklarına yönelirler; daha sonra da birbirlerinin ganimetlerini almak için aralarında çarpışmaya başlarlar. Sonunda galipler ganimet ve kölelerle yüklü olarak Trebliçe'yi terk eder ve köylerine dönerler. Geride ise harabeler ve başıboş köpek sürüleri tarafından parçalanan binlerce ceset kalır. Ayaklanmacıların başkanları voleyi vurmuştur. Aralarında en başarılı olan, 40 Milyon akçelik ganimeti kaldıran Kolokotronis'tir; adı geçene bu yüzden “ganimetçi” denir. Bir çadır dolusu ganimet kaldıran Yatrakos, 2 milyon akçelik ganimet elde eden Petrobey Mavromihalis'in gerisinde kalmıştır. Petrobey, bunun dışında Mani köyüne 2 deve ve 20 katır yükü ganimet göndermiştir. Bubulina ise bir kadına göre hiç de fena işler başarmamış ve kemerine 4 Milyon akçe sığdırmıştır. Dimitri İpsilantis Trebliçe'ye döner ve Filiki Eterya'sının felaket eserini teftiş eder. Bu katiller Eterya'sı Müslümanların lanetini Rumların üstüne çekmiş, kısacası 1821 Rus planının en kritik bölümünü başarıyla gerçekleştirmiştir."
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol